İman-Amel İlişkisi

İman-Amel İlişkisi

Köylerim'de Ramazan 28. Gün. Ramazan' ın 28. gününde İman-Amel İlişkisi göz atıp, Yetim kimdir? sorusuna cevap arıyoruz.

İMAN-AMEL İLİŞKİSİ

Resûlullah (s.a.s) bir gün bineğiyle giderken arkasında oturan Muâz b. Cebel’e “Yâ Muâz!” diye seslendi. Muâz, “Buyur yâ Resûlallah! Emret!” diyerek cevap verdi. Peygamberimiz tekrar, “Yâ Muâz!” diye seslendi. Muâz yine “Buyur yâ Resûlallah! Emret!” dedi. Bu durum üç defa tekrarlandı. Daha sonra Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet ederse Allah ona cehennemi haram kılar.” (Buhâri, İlim, 49.)

Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği nimetlerin en başında iman gelmektedir. İman, Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır. Rahmet Peygamberinin bize tebliğ ettiği tüm hakikatleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Allah’a sadakat ve teslimiyetle bağlanmaktır.  

Her insan fıtrat üzere doğar. Fıtrat, insanın imana ve iyiliğe meyilli bir yaratılış özüne sahip olması demektir. Fıtratına uygun olarak imanı, İslam’ı ve ihsanı seçenler tükenmez nimetlere nail olur. Allah (c.c), kendisine hakkıyla inanan ve güvenen kullarıyla daima beraberdir. Onları kollayıp gözetir, yalnız bırakmaz, onlara yardım eder. İman, insanın hayatına anlam katar. Ona dünyada yaratılış gayesine uygun bir yaşama bilinci aşılar. Davranışlarını şekillendirir, fikir ve kararlarına yön verir. Zorluklar karşısında insanı kuvvetli, dayanıklı ve sabırlı kılar. Yalnızlığı, güçsüzlüğü ve ümitsizliği ortadan kaldırır. Nimetin kıymetini bilmeye ve şükrünü eda etmeye vesile olur.
 
Allah’a iman etmek, Peygamberimizin sünnetini hayatımızın her alanında yaşanılır kılmayı gerektirir. Mümini, “elinden ve dilinden emin olunan kimse” (Nesâî, İman, 8.) olarak tarif eden Allah Resûlü (s.a.s.); ahde vefa göstermek, emanete riayet etmek, misafire ikramda bulunmak, konuştuğunda hayır söylemek gibi nice güzel hasleti imanın bir tezahürü olarak zikretmiştir. “Ey Allah’ın Resûlü, bana İslam hakkında öyle bir şey söyle ki, senden başka kimseye bu hususta soru sormama gerek kalmasın” diyen bir sahabiye “Allah’a iman ettim de, sonra dosdoğru ol” (Müslim, İman, 62.)  cevabını vermiştir.
İmanımızı diri tutan salih ameldir; kemale erdiren ise güzel ahlaktır. Rabbimiz, iman edip rızasına uygun şekilde iyi, doğru ve güzel işler yapanları şöyle müjdelemektedir: “Erkek ya da kadın, kim mümin olarak salih amel işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükafatlarını yapmakta olduklarının en güzeliyle vereceğiz.” (Nahl, 16/97.)  Sevgili Peygamberimiz de “Müminlerin iman bakımından en olgun olanları ahlakı en güzel olanlarıdır.” (Tirmizî, Radâ, 11.)  buyurarak iman ile ahlak arasındaki bağın vazgeçilemez olduğuna işaret etmiştir.
 
İman ve salih amel bizi ahirette Rahmân’ın rahmetine ulaştıracak en kıymetli sermayemizdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Rabbimiz Allah’tır deyip de istikamet üzere yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!” (Fussilet, 41/30.)  İmanını salih amel ve güzel ahlakla hayatına yansıtan her mümin Cenâb-ı Hakkın bu müjdesinin muhatabıdır. Yeter ki kul, canı gönülden Rabbine yönelsin ve her durumda “Allah bize yeter, O, ne güzel vekildir!” (Al-i İmran, 3/173.)  desin.

İman bir bütündür. İman esaslarından birini bile kabul etmemek inançsızlık anlamına gelir. Bu ise büyük bir felakettir. Çünkü inançsızlık kişiyi yaratılış gayesinden uzaklaştırarak anlamsız bir hayata sürükler. Yüce idealler uğruna fedakârlık yapma duygusunu zedeler. Eşi ve ortağı olmayan bir kudrete, o kudretin gönderdiği rehbere, vadettiği hakikate, sonsuz bir yaşamın varlığına inanmayan huzuru ve mutluluğu yakalayamaz. Ahiret gününde ise Allah’ın rahmet ve inayetinden mahrum olur. İmanımızın kıymetini bilelim. Öyle bir imana sahip olalım ki ruhumuzu yüceltsin, kulluğumuzu pekiştirsin, ahlakımızı güzelleştirsin, hevâ ve hevesimizin esiri olmaktan bizi korusun. Bu günümüzü olduğu kadar geleceğimizi de inşa etsin. Dünyamızı olduğu kadar ahiretimizi de mamur etsin. Allah’a emanet olun.

Âlimlerin Öncüsü Fakih Sahabi: Muâz b. Cebel (r.a.)

Elçiler Yılı olarak anılan hicretin dokuzuncu yılıydı. Medine’ye gelen heyetler içerisinde Yemenliler, hem fazlalığı hem de dini öğrenme hususundaki gayretleriyle Resûlullah’ın takdirini kazanmıştı. Allah Resûlü de kendilerine göndermek üzere bir heyet hazırlamış, bu heyete başkan olarak “ümmetim içerisinde helal ve haram konusunda en bilgili olan kişi” (Tirmizî, Menâkıb, 32) dediği Muâz b. Cebel’i seçmişti. Elçi, zekât memuru ve kadı sıfatıyla Yemen’e gidecek olan Muâz (r.a.) bir yandan yönetimde görev alırken bir yandan da dinî konularda halka rehberlik edecekti. Resûlullah, üzerine yüklediği bu ağır sorumluluğu hafifletmek istercesine, her bir vazifeyi ifa ederken nasıl davranması gerektiğini ona ayrıntılarıyla açıklamaya başladı: “Sen Kitap ehli bir topluluğa gideceksin. Oraya vardığında onları önce, ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Resûlü olduğuna’ şehâdet etmeye çağır. Bu davetine uyarlarsa onlara Allah’ın kendilerine her gün ve gece içinde beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da uyarlarsa kendilerine, Allah’ın onlara zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekâtı farz kıldığını bildir...” (Buhârî, Megâzî, 61).

Henüz on sekiz yaşındayken Müslüman olan Muâz b. Cebel, İkinci Akabe Biati’ne katılarak Resûlullah’a bağlılık yemini eden Medineli ilk Müslümanlardandı. O günden sonra kendisini İslam’a adamış, dini en güzel şekilde öğrenme ve yaşama gayreti içerisinde olmuştu. Resûlullah’ın yanından ayrılmamaya özen gösterir, yanı başında yürürken veya bineğinin terkisindeyken dahi ona merak ettiği hususlarda sorular yöneltmekten geri durmazdı. Şimdi ise Allah Resûlü soruyor, Muâz cevaplıyordu: - (Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin? - Allah’ın kitabına göre hüküm vereceğim. - (O konuda) Allah’ın kitabında bir hüküm bulamazsan? - Resûlullah’ın sünneti ile (karar vereceğim). - Resûlullah’ın sünnetinde de yoksa? - Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak, ona göre hüküm vereceğim.

Senelerce Resûl’ün eğitiminde yetişmenin, onun terbiyesinden geçmiş olmanın verdiği birikimle yanıtlamıştı Muâz soruları ve tam da muhatabının istediği cevapları vermişti. Allah Resûlü elini Muâz’ın göğsüne koyarak duyduğu memnuniyeti şöyle dile getirdi: “Resûlü’nün elçisini (Resûlü’nün arzuladığı cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” (Tirmizî, Ahkâm, 3)

Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezbere bilen Muâz, Hz. Peygamber’in kendisinden Kur’an öğrenmeyi tavsiye ettiği dört mümtaz şahsiyetten biriydi (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 117). Sünneti de en iyi bilen kimselerden olduğu aşikârdı. Bildiklerini öylesine içselleştirmişti ki güçlü imanı, itaatkâr yaşantısı ve insanlara marufu öğretme azminden dolayı sahabiler kendisini Hz. İbrahim’e benzetiyorlardı. Bu azmin meyvelerini de Rabbi ona bahşetmiş, onu dinde kavrayışlı, fakih kimselerden eylemişti. Resûlullah hayattayken fetva verebilen nadir insanlardandı Muâz. Daha bir yıl evvel Mekke fethedildiğinde Resûl-i Ekrem, bu mukaddes şehrin hidayete susamış insanlarını ona emanet etmişti. Muâz onları Kur’an’la buluşturmuş, cahiliyeden sıyrılıp İslam’ın aydınlığına çıkmalarında güzel bir rehber olmuştu. Sıra Yemen’deydi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen en güzel öğretmen, bu önemli bölgeye muallim olma vazifesini kendisine veriyor; tavsiye ve uyarılarla dolu uzun konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu: “Ey Muâz! Bu seneden sonra benimle karşılaşamayabilirsin, belki de ancak şu mescidime veya kabrime uğrarsın.” (İbn Hanbel, V, 236)

Veda niteliğindeki bu sözlerden sonra yola çıkan Muâz, “Ey Muâz, ben seni seviyorum.” diyen gül yüzlü elçiyi bir daha göremedi (Ebû Dâvûd, Vitir, 26). Ama onun verdiği muallimlik vazifesine ömrü boyunca devam etti. Yemen’deki pek çok kabilenin Müslümanlığına vesile olmakla kalmadı, daha sonraları ilim meşalesini Suriye’ye taşıdı. Ashabın da fıkhi meseleleri kendisine danıştığı bu büyük âlim, rivayet ettiği hadislerle sünnetin nesiller boyu aktarılmasında önemli rol oynadı. Allah Resûlü’nün son konuşmasında ona verdiği talimatlar, yeni fethedilen yerlerde nasıl davranacakları hususunda Müslümanlara yüzyıllarca kılavuzluk ederken Muâz’ın Resûlullah’a verdiği cevaplar da fıkıh düşüncesinin geliştirilmesinde ve yeni ekollerin kurulmasında hayati önem taşıdı. Zamana ve mekâna sığmayan hizmetleriyle ilim önderlerine öncülük eden bu sahabiye Peygamberimizin bir de müjdesi vardı: Muâz, kıyamet günü âlimlerin bir adım önünde yer alacaktı (İbn Sa’d, Tabakât, II, 264).

Diyanet Aylık Dergi 2013

AYET-İ KERİME MEALİ

“Öyleyse yetimi sakin ezme.  El açıp isteyeni de sakin azarlama. Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.” Duha 93/9-11.

HADİS-İ ŞERİF MEALİ

Peygamber Efendimiz (s.a.s) işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak “Ben ve yetimi himâye eden cennette şöylece beraber bulunacağız” buyurdu. Buhârî, Talâk 25, Edeb 24.

İLMİHAL SORUSU VE CEVABI

Yetim kimdir?

Babası ölmüş ve henüz ergenlik çağına ulaşmayan çocuk demektir. İslâm dini, yetimlerin korunup gözetilmesi, onların yetiştirilerek topluma kazandırılması için gerekli tedbirleri almış, bunlarla ilgili özel hükümler koymuştur. Kur’ân-ı Kerim’de, devlet hazinesinden ve savaş gelirlerinden yetimlere pay ayrıldığı bildirilmektedir (Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7). Bunun dışında inananların da malî yönden yetimlere destek olmaları tavsiye edilmiş (Bakara, 2/215) ve yetimlere iyi muamele edenler övülmüştür (İnsan, 76/8). Hz. Peygamber, “Kendisine veya başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üstlenen kimse ile ben, cennette işte şöyleyiz.” diyerek şehadet parmağıyla orta parmağını işaret etmişlerdir (Müslim, Zühd, 2). Buna karşılık, yetime kötü davranıp, yardım elini uzatmayanlar kınanmıştır (Fecr, 89/17; Mâûn, 107/2). İslâm dini, sadece yetimlere iyi davranmakla kalmamış, onların mallarını korumayı ve yetimleri yetiştirerek rüşt çağına ulaştıklarında mallarını kendilerine vermeyi, onların evlilikleriyle de ilgilenmeyi bir vazife olarak yüklemiştir (Nisâ, 4/2, 3, 5, 6, 10; En’âm, 6/152).

GÜNÜN DUASI

“Allah’ım! Bize imanı sevdir, kalplerimizi imanla süsle! Bize küfrü, itaatsizliği ve isyanı sevdirme, kerih göster! Bizi doğru yolda olanlardan eyle!” (İbn Hanbel, III, 424.)

 

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.