Kul ve Kamu Hakkı

Kul ve Kamu Hakkı

Köylerim'de Ramazan 25. Gün. Ramazan' ın 25. gününde kul ve kamu hakkı konusuna göz atıp, Sadaka-i fıtır nedir? sorusuna cevap arıyoruz.

KUL VE KAMU HAKKI

Peygamber Efendimiz bir gün, ashâbına “Müflis kimdir biliyor musunuz?” diye sordu. Orada bulunanlar, “Malını mülkünü kaybetmiş, iflas etmiş kimsedir Yâ Resûlallah” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurdu: “Aksine gerçek müflis şu kimsedir: Kıyamet günü kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını dövmüştür. İhlâl ettiği bu hakların karşılığı olarak onun iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59.)
İslam, hak ve hakikat, hukuk ve adalet dinidir. “Hak” kavramı, hem sorumluluklarımızı hem de korumamız gereken değerleri ifade eder. Hayat ve huzur kaynağımız olan vahiy, bizleri hakka sahip çıkmaya davet eder. Rabbimizin Esmâ-i Hüsnâsından biri de “el-Hak”tır. Dolayısıyla hakka riayet eden insan, aslında doğrunun ve hakikatin yani Cenâb-ı Hakk’ın emir ve rızasının yanında yerini almış olur. İnsanoğlu anne karnında canlandığı andan itibaren can güvenliği ve hayat hakkına sahiptir. Rabbimiz, “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Mâide, 5/32.)  buyurarak bu ilkeye işaret eder. Her insanın malını ve meşru kazancını koruma hakkı vardır. Haksız yollarla mal elde eden, ticarete hile karıştırarak müşterisini aldatan ve işçisinin hakkını tam olarak ödemeyip gasp eden kişi, harama el uzatmış demektir. İnsanın kişilik değerleri, şerefi, namusu ve inancı da dokunulmazdır. Bir başkasının değerlerine hakaret etmek, adını karalamak, yalan ve iftira ile itibarını zedelemek en önemli hak ihlalleri arasında yer alır. Hak ihlali ise kanunlarımıza göre suç, dinimize göre de büyük bir vebal ve günahtır.

İmanın gereği, hayatın her alanında mutedil, insaflı ve hakkaniyetli davranmaktır. Kendi haklarını koruduğu kadar çevresindekilerin de haklarını korumak, mümin olmanın şiarıdır. Kişisel menfaatleri için diğer insanların, hatta hayvanların ve tabiatın hakkını çiğneyen kimse, kısa vadede kazançlı çıktığını zannetse de aslında ziyanda ve iflastadır. Hak duyarlılığı, en yakın aile fertlerinden başlamak üzere, her hak sahibine hakkını vermeyi gerektirir. Anne-babamızın haklarına saygı duymak, eşimizin haklarını sevgiyle ve özenle teslim etmek, çocuğumuzun haklarını şefkatle korumak hepimizin sorumluluğudur. Akrabalık ilişkilerinde, bilhassa iş ortaklığı, düğün ve miras paylaşımı gibi konularda zerre miktarı hak geçmemesi için uğraşmak hepimizin görevidir.

Kul hakkının, toplumun tamamına sirâyet ettiği alan ise kamu hakkıdır. Kamu hakkı, kul hakkına göre çok daha ağır sorumluluğu olan bir emanettir. Bu emanete ihanet etmek, kişiyi hem dünyada hem de ahirette hüsrana sürükler. Nitekim Yüce Rabbimiz, “Hiçbir peygamberin emanete hıyanet etmesi düşünülemez. Kim emanete, devlet malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı, boynuna asılı olarak gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir.” (Âl-i İmrân, 3/161.)   buyurmuştur. Rahmet elçisi (s.a.s) ise bu konuda ümmetini şöyle uyarmıştır: “Kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.” (Müslim, Müsâkât, 141.)   Bir başka hadisinde ise şöyle demiştir: “Kim bir işte görevlendirilip yaptığı işin karşılığı bir ücret alıyorsa, onun bu ücret dışında alacağı her şey emanete hıyanettir.” (Ebû Dâvûd, Harâc, Fey’ ve İmâre, 9-10.)   

Hakkaniyete dayalı ilişkilerin dünyada huzura, ahirette ise kurtuluşa vesile olduğunu unutmayalım. Özel hayatımızda her türlü kul hakkını ihlal etmekten sakınalım. Saçı bitmedik yetimin hakkını düşünerek, kamu görevini ağır bir emanet olarak kabul edelim. Zira ihlal edilen kamu hakkı, zayi edilen vakıf malı, aynı zamanda binlerce kul hakkı demektir. Her hayırlı işin sevabı olduğu gibi, her ihmal ve hatanın da kul ve kamu hakkı doğuracağını bilerek yaşayalım. Allah’a emanet olun.

Hayrın Anahtarı Gönüller Sultanı Yiğit Sahabi: Sa’d b.  Muâz (r.a.)

Sabah namazını kıldırdıktan sonra telaşla mescidden çıktı Allah Resûlü. Gece vefat eden Sa’d b. Muâz’ın cenazesini teslim alan Abdüleşheloğullarının evlerine doğru yürüyordu. O kadar hızlıydı ki beraberindekiler kendisine yetişmekte zorlanıyordu. Kiminin hırkası boynundan düşüyor, kiminin terliğinden parmak bağı kopuyordu. Şikâyetlere aldırmadan ilerliyordu Resûlullah. Sa’d’ın cenaze işlemlerinde hazır bulunamamaktan korkuyordu.

Otuz yedi yaşında vefat eden Sa’d, kısa ömrünün yalnızca son birkaç senesini müslüman olarak geçirmesine karşın İslama büyük hizmetlerde bulunmuş, müminler için tam anlamıyla bir “ensar” kardeşi olmuştu. Kavmi içinde saygın bir konumdaydı; sözü dinlenir, hatrı sayılır liderlerdendi. Birinci Akabe Biati’nden sonra Medine halkına İslamı öğretmek üzere gelen Mus’ab b. Umeyr’in davetiyle Müslüman olduğunda kavmini de bu güzel dine girmeye çağırmış ve onun telkinleriyle Abdüleşheloğullarından İslama girmeyen kalmamıştı. Ardından Mus’ab b. Umeyr’i evine alan Sa’d’ın evinden yayılan İslam nuru büyük bir hızla her yanı kaplamış, günden güne Medine, eski adıyla Yesrib şehri, “münevver” Peygamber yurdu olmaya hazır hale gelmişti.

Bedir Savaşı öncesi yapılan istişarelerde ortaya çıkan gerginliğin aşılmasında da Sa’d b. Muâz başroldeydi. Küfre karşı büyük bir savaşa atılmak müminleri biraz tedirgin etmiş, bu konuda çekimser davranmışlardı. Allah Resûlü’nün daima yanı başında olacaklarını bildiren muhacirlerden Mikdâd b. Amr’ın konuşması Resûlullah’ın yüreğine su serpmişse de asıl beklediği sayıca daha fazla olan ensarın desteğiydi. Medine’de Resûlullah’ı koruyacaklarına söz veren bu güzel insanlar, Medine dışında yapılacak bir savaşa katılmayabilirlerdi. İşte tam bu sırada ensar adına söz alan Sa’d b. Muâz coşku dolu şu sözlerle toplantıya son noktayı koydu:
“Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana iman edip, seni tasdik ettik. Getirdiğin her şeyin hak ve gerçek olduğuna şahitlik yaptık. Sana itaat etmek ve sözüne uymak konusunda söz verdik. Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın emrini uygula (biz seninle beraberiz). Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin olsun ki sen şu denize dalacak olsan biz de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geride kalmaz. Dilediğinle görüş, dilediğinle ilişkiyi kes. Mallarımızdan dilediğini al. Doğrusu mallarımızdan aldığın bizim için bıraktığından daha hoştur.” (Vâkıdî, Megâzî, I, 4849) Bu sözlerin ardından gönüllerdeki iman tazelenmiş, puslu düşünceler yerini azim ve kararlılığa bırakmıştı.

Sa’d b. Muâz’ın varlığı inananları hep güçlendirmiş, attığı adımlar daima ümmete rahmet getirmişti. Hayrın anahtarlarından biri olan bu aklı selim sahabiyle istişare etmeyi önemserdi Allah Resûlü. Buvat Gazası’na giderken yerine onu vekil tayin etmiş, her fırsatta müminlerin kuyusunu kazmaya çalışan Kurayzaoğulları hakkında verilecek hükmü de yaralı olmasına rağmen ona bırakmıştı. Verdiği karardan memnuniyet duymuş ve o doğrultuda hareket etmişti. Ne var ki Hendek Savaşı’nda ağır yaralanan Sa’d bu hükmü verdikten kısa bir süre sonra vefat etti.

Yaralandığında Allah Resûlü Sa’d’ı mescidde yaralıların tedavisi için kurulan çadıra getirtmiş, kendisini sık sık ziyaret ederek tedavi sürecini yakından takip etmişti. Yarasının tekrar açıldığını haber aldığında da derhal yanına gelip başını dizine koymuş, ruhunu huzurla teslim edebilmesi için dua etmişti. Sa’d o gece Rabbine kavuşmuştu, Resûlullah acı haberi sabah ashabından öğrendi. Nasıl ki o kendisini ve inananları hiç yalnız bırakmadıysa Allah Resûlü de ona karşı son görevlerini yapmak istiyor, bu yüzden acele ediyordu. Cenaze işlemlerini özenle takip etti ve kısacık yaşamına çok büyük hizmetler sığdıran bu yiğit sahabinin namazını bizzat kıldırdı. Kendisinden, Sad’ın ölümüyle arşın titrediğine ve cenazesinde binlerce meleğin hazır bulunduğuna dair müjdeler aktarılmış olsa da Resûlullah onun bu dünyadan ayrılmasıyla derinden sarsılmıştı, yüreğini kaplayan hüzün hal ve hareketlerine yansıyordu. Sadece onun değil bütün inananların  içi yanıyordu. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gözyaşlarına hâkim olamıyor, Sa’d’ın annesi ağladıkça müminlerin de yüreği dağlanıyordu. Başta Resûlullah olmak üzere bütün müminleri yakıp kavuran bu tarifsiz acı, Hz. Âişe’nin yıllar sonra söylediği şu sözlerde en güzel ifadesini buldu: “Resûlullah Aleyhisselam ile iki arkadaşından (Ebû Bekir ile Ömer’den) sonra, vefatı Müslümanlara Sa’d b. Muâz’ınkinden daha ağır gelen bir kimse yoktur!” (İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 375).

Diyanet Aylık Dergi 2013

AYET-İ KERİME MEALİ

“Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.”  Zariyat 51/19.

HADİS-İ ŞERİF MEALİ

Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın. (Buhârî, Daavât 42)

İLMİHAL SORUSU VE CEVABI

Sadaka-i fıtır nedir?

Halk arasında fitre de denilen sadaka-i fıtır, sadaka kelimesi ile, iftar etme, Ramazan Bayramı, yaratılış anlamına gelen fıtır kelimesinin bileşiminden meydana gelmiştir. Sadaka-i fıtır, dinen zengin olarak Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır. Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisâp miktarı mala sahip olan her Müslümana vaciptir. Bunda, zekatta olduğu gibi, malın nâmî (artıcı) olması ve üzerinden bir yıl geçmesi gibi bir şart söz konusu değildir. Dinen zengin olan çocuk ve delinin malından velî veya vasîsinin vermesi gerekir. Bu sadakanın vacip olma zamanı Ramazan bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha iyidir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir.  Dinen zengin sayılanlara, usul (anne, baba, dedeler ve nineler), furua (oğul, kız ve torunlar) ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere sadaka-i fıtır verilmez. Bir kimse, fitresini bir fakire verebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir.

GÜNÜN DUASI

Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, Sana hamd ederim,  ben kötü bir fiil işledim ve nefsime zulmettim, bana merhamet et ve tövbemi kabul et, şüphesiz Sen tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 19, No: 29242)

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.