Kur'an ayı Ramazan, Sahur yemeğinin dindeki yeri ve önemi nedir?
Köylerim'de Ramazan 4.Gün. Ramazan' ın 4. gününde Kur'an ayı Ramazan konusuna göz atıp, Sahur yemeğinin dindeki yeri ve önemi nedir? sorusuna cevap arıyor, 4. günün ayet ve hadisini okuyup, duamızı ediyoruz.
KUR’AN AYI RAMAZAN
Yüce Rabbimiz, eşsiz Kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır. “Ramazan öyle bir aydır ki insanlar için hidayet rehberi olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı batıldan ayıran Kur’an işte bu ayda indirilmiştir.” (Bakara, 2/185.)
Bir gün Peygamberimiz (s.a.s), Abdullah b. Mes’ûd’u çağırdı ve ona: “Ey Abdullah! Kur’an oku. Senden Kur’an dinlemek istiyorum” dedi. Abdullah: “Yâ Resûlallah, Kur’an senin kalbine vahyolundu ben sana nasıl okuyayım?” diyerek cevap verdi. Allah Resulü: “Ben Kur’anı bir başkasından dinlemekten büyük bir haz duyuyorum. Hele senden dinlemeyi çok istiyorum” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, Nisa Suresi’ni okumaya başladı. Yetimlerin anlatıldığı ayetleri okudu. Nihayet, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit kıldığımız zaman bakalım onların hali nice olacak.” (Nisâ, 4/41.) ayetini okuyunca Rahmet Elçisinin gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ve Efendimiz; “Abdullah yeter!” dedi. (Buhârî, Fedâilü’l Kur’an, 33.)
İşte okunduğu zaman mümin yürekleri iliklerine kadar etkileyen rahmet kitabımız Kur’an-ı Kerim, Ramazanı şerifin bizlere yüce bir hediyesidir. Bir Ramazan günü Hira’da “Oku” emriyle inmeye başlayan Kerim Kitabımız, insanları doğru yola ileten bir hidayet rehberi ve rahmet vesilesidir. Hayatı anlamlı kılan bugünümüze ve yarınlarımıza dair umutlarımızı diri tutmamızı sağlayan hayat kitabımızdır Kur’an. Sözlerin en güzeli, yaratıcımızın en büyük hazinesi, en büyük ikramıdır biz kullarına Kur’an. İnsana Rabbini, kendisini ve çevresini tanıtan ilahi kılavuzdur. Kur’an müminin, varlığını ve yokluğunu, hüznünü ve mutluluğunu ibadete dönüştüren kulluk kitabıdır. Kur’an, rahmet yüklü mesajlarıyla insanı yüceltmiş, onu şereflendirmiştir. Allah nice millet ve toplumları bu Kerim Kitap’la aziz kılmıştır. Ona yönelen felah bulmuş ondan yüz çeviren hüsrana uğramıştır.
Yüce kitabımız Kur’an insanlık âlemini evrensel ilkelerle buluşturmuş, insanlığı yüksek değerlere kavuşturmuştur. Bu kitap ki inmeye başladığı andan itibaren, tüm insanlığı hakka, adalete, merhamete, ahlak ve fazilete çağırmıştır. Bize iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini hayır ile şerri birbirinden ayırmayı öğretmiştir.
Bu kitap ki aklımızı kalbimizle buluşturdu. Kalbimizi de aklımızla buluşturdu. Bu kitap ki ruhumuzu bedenimizle buluşturdu. Bizde bir tevhid oluşturdu ve bizi tevhide iman etmeye davet etti.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim bize iyi bir kul olmayı öğretti. Bizim başıboş yaratılmadığımızı, sorumluluk sahibi mükerrem bir varlık olduğumuzu hatırlattı. Bize iyi bir evlat olmayı öğretti. Anne-babaya “öf” demek bile yok dedi. “Rahmet ve şefkat kanatlarını annenin, babanın üzerinden kaldıramazsın” dedi. Eli öpülesi büyüklerimize şefkat göstermeyi öğretti. Sonra iyi bir baba, iyi bir anne olmayı öğretti. İyi bir eş, iyi bir dost, iyi bir komşu hâsılı iyi bir insan olmayı öğretti. Yetim yürekleri sevindirmeyi, engelli kardeşlerimizin yüzünü güldürmeyi, gurbet hayatı yaşayan mülteci misafirlerimize sıla sıcaklığı hissettirebilmeyi öğretti.
Öyleyse geliniz rahmet, bereket ve mağfiret iklimi Kur’an ayında kalplerimizi, zihinlerimizi ve yaşantılarımızı Kur’an ile mamur kılalım. Gönüllerimizi bu yüce kitabın mesaj ve anlam dünyasından mahrum bırakmayalım. Resul-i Ekrem (s.a.s)’in “Kalbinde Kur’andan herhangi bir eser bulunmayan kimse tıpkı harabe bir eve benzer” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18.) şeklindeki uyarısını unutmayalım. Kur’an’ın hakikatler dünyasıyla tanışalım. Bu ayda dünya semasına inen Kur’an’ı tekrar gönül semalarımıza indirelim. Allah Resülü’nün sünneti seniyyesi mukabelelerimizle Kur’an aşkımızı ve şuurumuzu bir kez daha pekiştirelim. Unutmayalım ki, bizler Kur’an-ı Kerim’e yöneldikçe o bize bütün kapılarını, ufuklarını cömertçe açacaktır. Bizi insana huzur ve mutluluk veren mana saraylarında ağırlayacaktır.
Rahmetiyle bütün insanlığı kuşatan şu mübarek Ramazan gününde bugünkü yazımızı, Efendimiz (s.a.s)’in bir hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.” (Nesâî, Îdeyn, 22.)
Hâne-i Saâdetin Kahraman Sakini: Ali (r.a.)
Yeryüzünün en saadetli hanesi… Kâinatın Efendisi’nin sakini olduğu hane, hâne-i saâdet… Ve bu saadetten payını alan küçük bir yürek: “Ali”…
Kâinatın güneşi yaşadığı eve doğmuşken, Ali’nin yüreği buna kayıtsız kalamazdı. Çünkü o, bu güneşin sadece evini değil bütün insanlığı aydınlatacağını farkındaydı. Ne atalarının dini engelleyebildi onu ne çevresi… O, Allah ve Resûlü’nü çocuk kalbiyle sevdi, Peygamberinin davetini işitti, ona iman etti. Büyüklük taslayan küçük adamlar, Mekke’nin seçkinleri, asil liderleri Muhammedü’l-Emîn’in Allah Resûlü olduğunu bir türlü kabul edemezlerken, kabul edenler bunu dile getiremezken, babası Ebû Tâlib dahi Muhammed’e göklerden haberler geldiğini onaylamaktan çekinirken Ali, bir küçük yürek, büyük bir cesaret örneği sergiledi ve ilk Müslüman çocuk olarak adını tarihe yazdırıverdi.
Küçük bir çocuk olarak adım attığı hâne-i saâdetin en küçük mümin üyesiydi bundan böyle Ali. En yakınındaydı hep Peygamberinin; çocukluğu onun yanında geçti, genç bir delikanlı iken de onunla birlikteydi. Bir çift göz, hem muhabbetle hem de yaşının verdiği berrak zihinle her daim Resûl-i Ekrem’i izlemekteydi. Onun gibi inanmak, onun gibi yaşamak, onun gibi bir kul olabilmek Ali’nin tek gayesiydi. Bu yüzden Ali’nin namazını görenler, Nebî’nin (s.a.v.) namazını hatırlar; onun namaz kıldırdığı kimseler, “Ali bize peygamberin namazı gibi namaz kıldırdı.” derlerdi. (Müslim, Salât, 33)
Büyüdükçe muhabbetini cesareti perçinledi Ali’nin. Bundan böyle gözü pek bir yiğit, korkusuz bir genç olarak Allah Resûlü’nün adımlarını izledi. Ve bir gece Peygamberi, Mekke’den Medine’ye gizlice hicrete karar verdiğinde, onun yatağına yatarak düşmanların tuzaklarına yine tuzakla karşılık verdi genç Ali. Ne bir korku ne bir çekinme… İmanla korku onun yüreğinde hiçbir vakit bir araya gelmemişti! Bedir’de Hz. Peygamber “Ey Ali haydi kalk!” dediğinde müşrik ordusundan Şeybe’nin karşısına korkusuzca dikilerek onunla kıyasıya çarpışan Ali idi. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 109) Uhud’da kendi canı pahasına Allah Resûlü’nü koruyan Ali idi. Hendek’te, Huneyn’de kahramanca müşriklerle çarpışan, Resûl-i Ekrem’in sancaktarlığını yapan Ali idi. Zorlu Hayber günü, Ali için yine kahramanlık günüydü. Allah Resûlü o gün, “Bu sancağı Allah ve Resûlü’nü seven, Allah ve Resûlü’nün de onu sevdiği birine vereceğim.” Dediğinde orada bulunan herkes, bu sözün muhatabı olmayı dilemişti. Hatta Hz. Ömer kumandan olmayı o gün çok fazla dilediğini söylemişti. Hz. Peygamber ise, sancağı alabilmek için umutla bekleyen sahabilerine, “Bana Ali’yi çağırın!” buyurmuş ve fetih, Ali’nin (r.a.) elinden Müslümanlara nasip olmuştu. (Müslim, Fedâilü's-sahâbe, 32, 33)
Sadece Mekke’de, Medine’de, Hayber’de değil hemen her anında Peygamberinin yanı başındaydı Ali. Hal böyleyken, Nebî’ye indirilen Kelâmullah’ın şahidi oldu gözleri. Vahyi yazdı elleri. Peygamberinin dilinden ayetleri işitti, dimağına her birini özenle yerleştirdi. O, Kur’an’ın canlı şahidi, onu ilk muhafaza eden hafızlardan biri idi. Kur’an’ı anlamak, uygulamak, ona göre hüküm vererek yaşamak konusunda öyle kabiliyetliydi ki Hz. Ömer, aramızda en isabetli hüküm veren Ali’dir demişti. Nebî’nin (s.a.v.) elinde yetişen, onun en yakınında bulunarak ilminden nasiplenen Ali, bu özelliğiyle Hz. Peygamber’in “Ben hikmet eviyim, Ali de bu evin kapısıdır.” sözlerini hak etmişti. (Tirmizî, Menâkıb, 20)
Ali… Üç harf ve bir küçük hece… Ancak bu isim ne âlî sıfatları, ne yüce payeleri yüklendi, Nebî’nin (s.a.v.) dilinden ne vasıfları işitti. Onun en çok hoşlandığı isim ise, çok sevdiği Allah Resûlü’nün kendisi için söylediği “Ebû Türâb” (toprağın babası) idi. Hz. Ali (r.a.) bununla çağrıldığında çok sevinirdi. Zira bu isim onun için, sıcak bir Medine gününün hatırası idi. Bir öğle vakti sevgili eşi Fâtıma ile aralarında bir anlaşmazlık yaşanmış ve Ali (r.a.) doğruca mescide giderek orada kıvrılıp uzanmıştı. Kendisini evinde bulamayan Allah Resûlü damadının
nerede olduğunu kızına sormuş ve öğrendiğinde doğruca mescide yönelmişti. Ali’yi orada mescidin toz toprağına bulanmış halde görünce, bir yandan mübarek elleriyle onun üzerindeki toprağı çırpmış, bir taraftan da ona “Kalk ey Ebü’ttürâb, kalk!” diye seslenmişti. Bundan böyle Hz. Ali en çok bu unvanla, Ebû Türâb ile çağrılmaktan hoşlanır olmuştu. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 38)
Ali (r.a.), Hz. Peygamber’in dünya ve ahiret kardeşi (Tirmizî, Menâkıb, 20), onun ciğerparesi Fâtıma’nın sevgili eşi, torunları Hasan ve Hüseyin’in babası… Beş yaşından itibaren Allah Resûlü’nün hanesinde, onunla birlikte yaşamaya başlayan Ali, onun damadı olarak saadetli hanenin, Allah Resûlü’nün ailesinin bir ferdi olarak yaşamaya devam etti. Allah Resûlü’nün son anına dek yanında bulunan Hz. Ali, onun örnekliğini ilmiyle, ahlakıyla, takvasıyla, cesaret ve kahramanlığıyla en güzel şekilde temsil etti.
“Diyanet Aylık Dergi 2013”
AYET-İ KERİME MEALİ
“Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.” (Bakara 2/187.)
HADİS-İ ŞERİF MEALİ
“Sahur yapınız. Muhakkak sahurda bereket vardır.” “Bizim orucumuz ile Ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark sahur yemeğidir.” (Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45) (Müslim, Sıyâm 46.)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
Sahur yemeğinin dindeki yeri ve önemi nedir?
Sahur yemeği, oruç tutacak kişilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) sahura kalkmış ve ümmetine de tavsiye etmiştir (Buhari, Savm, 20). Hz. Peygamber (s.a.s.), hadislerinde sahur yemeğinin “bereket” (Buhari, Savm, 20) ve “mübarek gıda” olduğunu (Ebu Davud, Savm, 16) ayrıca sahur yemeğinin, Müslümanların orucu ile ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli farklardan biri olduğunu belirtmiştir (Müslim, Sıyam, 46). Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sahurla ilgili söz ve uygulamalarından hareketle fakihler sahura kalkmanın ve sahuru geciktirmenin sünnet olduğunu söylemişlerdir (Kasani, Bedaiü’s-sanai, Beyrut 1997, II, 632). Alimler, sahurun oruca dayanma gücü verdiğini, maddi manevi bereketlere vesile olacağını bildirmişler; hadislerdeki “maddi bereketi”, Allah’ın sonsuz cömertliği ile sahura kalkanlara mükafat olarak verdiği rızık genişliği ve malda bereket ihsan etmesi; “manevi bereketi” de ecir ve sevap vermesi olarak anlamışlardır. Çünkü kişi sahura kalkmakla seher vaktini uyanık geçirmiş ve bu vakitte hem dua hem de istiğfar etmek suretiyle cennet ehlinin özelliklerine sahip olmuştur (Zariyat 51/18).
GÜNÜN DUASI
“Allah’ım! Rahmetinin gereklerini, mağfiretinin sürekliliğini, her türlü günahtan uzak ve salim olmayı, her türlü iyilik ve nimetleri, cennete girerek felaha ermeyi, yardımınla cehennem ateşinden kurtulmayı istiyorum.” (Hâkim, De’avât, No: 1925)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.