Kur'an ve Sünnet bir bütündür
Köylerim'de Ramazan 29. Gün. Ramazan' ın 29. gününde Kur'an ve Sünnet bir bütündür konusuna göz atıp, Babası ile birlikte oturan kimse zekât ile mükellef midir? sorusuna cevap arıyoruz.
KUR’AN VE SÜNNET BİR BÜTÜNDÜR
Cenâb-ı Hak Kur’an- Hakimde şöyle buyuruyor: “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 4/69.) Bir hadis-i şerifte ise Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Rehberliğin en güzeli ise Muhammed’in rehberliğidir.” (Nesâî, Îdeyn, 22.)
İnsanoğluna karşı çok merhametli olan Rabbimiz, onu dünya hayatında yalnız ve desteksiz bırakmamıştır. Kullarına doğru yolu göstermek üzere peygamberler göndermiş, hidayet rehberi kitaplar indirmiştir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ile başlayan peygamberlik vazifesi hâtemü’l-enbiyâ Muhammed Mustafa (s.a.s) ile sona ermiştir. Hz. Âdem ile başlayan ilâhî mesaj, Peygamberimize indirilen Kur’an-ı Kerim’le taçlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından bütün insanlığa gönderilen son ilâhî hitaptır. Cenâb-ı Hakkın sözü, kelâmıdır. Okunması ibadet olan Kitâp’tır. Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, helal ile haramı birbirinden ayıran Furkân’dır. Ruha ve bedene şifa, ahlâkî hastalıkları tedavi eden devadır. Dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını gösteren hüdâdır. İnsana yaratılış gayesini hatırlatan Zikir’dir.
Sünnet, Sevgili Peygamberimizin hayat tarzı, sözleri, fiilleri ve onaylarıdır. Kur’an, bize imanı ve yalnızca Allah’a kul olmayı emretmiş; sünnet, imanın hakikatlerini öğretmiştir. Kur’an, bize imanımızın gereği olan ibadetleri emretmiş; sünnet, bu ibadetleri nasıl yapacağımızı göstermiştir. Kur’an, bize güzel ahlâkı emretmiş; sünnet ise erdemli bir hayata model olmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s), âlemlerin Rabbinden aldığı vahyi insanlara hem tebliğ etmiş hem de açıklamıştır. Onun güzide yaşantısı, Allah’ın rızasına uygun yaşayan iyi bir Müslüman olmak için önümüzdeki en güzel örnektir. Şu geçici dünyada ve kalıcı ahiret yurdunda huzura ermek istiyorsak, tek çaremiz Peygamberimizin sünnetine uymak, onun gibi yaşamaya, onun gibi düşünmeye ve onun gibi davranmaya çalışmaktır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21.)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, O’na peygamberlik görevi veren Rabbimizin kontrolü altında yaşamış, bir insan olarak kimi zaman en küçük bir hata işlediğinde bile Rabbimiz tarafından hemen uyarılmıştır. Kur’an’ın ifadesiyle Peygamberimiz (s.a.s) asla heva ve hevesine göre konuşmamış, vahye uymuştur. ( Necm, 53/3-4.) Ashâb-ı kirâm onun mübarek sözlerini ve davranışlarını büyük bir dikkatle izlemiş ve derin bir hassasiyetle genç kuşaklara aktarmıştır.
Kur’an ve sünnet ayrılmaz bir bütündür. Dinimizin esasını teşkil eden Kur’an’ı, Peygamberimizin sünnetinden ayrı düşünmek imkânsızdır. Kur’an ile sünnet arasına mesafe koymak, “Kur’an bize yeter” diyerek sünnetin dindeki yerini hafife almak, Peygamberimizden bize ulaşan sahih bilgi hakkında şüphe uyandırmak, iyi niyetten uzak büyük bir vebaldir. Zira Kur’an’a iman eden Müslüman toplumların geleneği sünnet ile yoğrulmuş, İslam medeniyetinin temelleri Kur’an ve sünnet üzerine kurulmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
O halde Yüce Kitabımız Kur’an’a sımsıkı sarılalım ve onun emri üzerine Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyalım. Dinimizi en doğru şekilde öğrenme ve yaşama konusunda Kur’an’ın rehberliğinden ve sünnetin izinden ayrılmayalım. Kur’an ve sünneti birbirinden ayırarak din istismarına kapı aralayanlara, şöhret ve çıkar devşirmeye çalışanlara karşı uyanık olalım. Sünneti bugünlere taşıyan hadis külliyatımızın güvenilir olmadığını iddia eden bir zihniyete asla itibar etmeyelim. Sahih sünneti Peygamberimize ait olmayan sözler ve hurafelerle istismar edenlere karşı da uyanık olalım. Allah’ın kitabı Kur’an’la, Peygamberimizin nezih sünnetiyle hayatını şekillendiren evlatlar yetiştirmek için gayret sarf edelim.
Yüreğinde Güzel Sözler Biriktiren Bir Genç: Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)
Küçük bir çocukken başlamıştı onunla ilgili hatıralar biriktirmeye zihninde. Ölümüne kadar da tüm hayatı bu anıları tazelemekle geçti. Onunla yaşadığı bir olayı diğerine tercih edemezdi, onun ağzından çıkmış olan her bir kelime değerliydi. Bazı sözler vardır, kulak onu işittikten sonra kalbe düşer, orada kendine derin bir yer edinir ve kalp durana kadar yerini muhafaza eder. İnsanın kalbi kadar, nefesi kadar değerlidir bu kelimeler. Çünkü bunların sahibine insan kendi kalbi kadar değer vermiştir. Ne kadar derindeyse sevgisi o kadar derûnda saklanır bu sözler. Ne uzun yıllar silebilir ne kıvrılan yollar. Öyle sinesinde saklar insan, değerli bir hazine gibi... Sarıp sarmalar bu paha biçilemeyen mücevherleri, hürmetle mahfazasına koyar, yıllar yılı muhafaza eder. Hatırlamak, tekrar yaşamak, sözünü dilde, hayalini gözde canlandırmak istediğinde ise özenle mahfazasından çıkarır, titizlikle her bir kelime yerli yerinde telaffuz edilerek anlatılır. O esnada her bir kelime canlanır, sizinle aynı ortamı solur, siz de onların söylendiği atmosferde nefes alır, aynı anları tekrar yaşarsınız. Peygamberiyle yaşadığı anılarını paylaşırken, onun sözlerini aktarırken işte bu duyguları tekrar yaşardı Ebû Saîd el-Hudrî.
1000 küsur rivayeti nakşetmişti kalbine. Onunla ilgili anılar biriktirmeye küçük bir çocukken başlamıştı ve bu bir ömür devam etti. Hep onun yanında olma gayretindeydi; ağzından çıkan sözleri, verdiği nasihatleri, olaylar karşısında gösterdiği tepkileri ayrıntılarıyla hıfzetti ve başkalarına bildirdi. Öyle ki onun naklettiği bir olayla ilgili kapısını çalanlar karşısında Ebû Saîd iki parmağını kaldırır, iki gözünü ve iki kulağını işaret edip kendisinden gayet emin bir şekilde “şu iki gözüm görmüş ve şu iki kulağım işitmiştir ki” diyerek sözlerini sürdürürdü. (Müslim, Müsâkât, 76) Bir heyeti misafir ederken de yanındaydı peygamberinin, rüyasını anlatırken de… Haramdan sakındıran sözlerini de işitti, son anlarında son nasihatlerini de… Yağmurlu bir günde mescidin tavanındaki hurma dallarından yağmur suları boşaldığı esnada, peygamberinin su içinde nasıl namaz kıldığına da şahitlik etmişti, faziletinden dolayı yatsı namazını geciktirerek eda edişine de. Hatta onunla birlikte mescitte yatsı namazını kılmak için beklediği bir gece, namazı beklemenin faziletine dair müjdesini işitmişti. (Ebû Davud, Salât, 7) Bir başka gün Allah Resûlü ona seslenerek şöyle söylemişti de nasıl mutlu olmuştu: “Yâ Ebâ Saîd! Her kim Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Peygamber olarak da Muhammed’e razı olursa o kimseye cennet vaciptir.” (Müslim, İmâre, 116) Medineli Müslüman bir ailede dünyaya gelip küçük yaşta Müslüman olan Ebû Saîd, babası ile birlikte Uhud Savaşı’na katılmak için Allah Resûlü’nün huzuruna gelmiş ancak o esnada on üç yaşında olduğu için kendisine izin verilmemişti. Uhud’dan babası şehit olarak döndü. Babasıyla Uhud’a katılamasa da sonraki senelerde tam on iki gazvede bulundu, her birinde kahramanca mücadele etti. Ebû Saîd sadece savaş meydanlarında değil, babasından sonra yoklukla da mücadele halindeydi; ancak peygamberinin tavsiyesine uyarak onu da metanetle yendi.
Ebû Saîd’in Medine’de en çok zaman geçirdiği mekân ise peygamber mescidiydi. Orada Peygamberinin en yakınında, ilim meclislerinde bulunmak, suffedeki arkadaşlarıyla birlikte bu halkalarda yer almak, Ebû Saîd için en güzel şeydi. Onun unutamadığı anılarından pek çoğu buraya aitti. Bir defasında mescitte fakir muhacir arkadaşlarının bulunduğu bir halkaya dahil olmuştu. Ancak orada bulunanlar o kadar fakirlerdi ki üzerlerindeki kıyafetleri kendilerini tam olarak örtmediği için birbirlerinin arkasına gizlenmek durumunda kalıyorlardı. İçlerinden biri Kur’an okuyordu. Derken Allah Resûlü yanlarına geldi, onlara selam verdi. Sonra da halkalarına dâhil oldu ve bu fakir insanları müjdeleriyle zengin kılıp, gönüllerini ferahlattı. (Ebû Dâvûd, İlim, 13) Nasıl da sevinmişti orada bulunan herkes nasıl da teskin olmuştu yürekleri. O güzel geceyi Ebû Saîd nasıl unutabilirdi? Yaşanan o geceyi, gündüzü, Allah Resûlü’yle yaşadığı her bir anı, işittiği her bir sözü asla unutmadı. Onun ağzından tüm bu yaşananları dinlemek isteyenler yıllar yılı Ebû Saîd’in kapısını aşındırdı. Allah Resûlü’nün bu samimi sahabisi talebelerini, “Merhaba Resûlullah’ın bize vasiyet ettiği kimseler!” diyerek karşılardı. Çünkü mahfazasında sakladığı sözlerden birinde peygamberi böyle yapmasını tavsiye etmişti. (Tirmizî, İlim, 4)
Diyanet Aylık Dergi 2013
AYET-İ KERİME VE MEALİ
“Allah yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerine başkasını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.” ﴾Sebe 34/39﴿
HADİS-İ ŞERİF VE MEALİ
“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Şüphe yok ki aranızdaki zayıflar sebebiyle Allah’tan yardım görüp ve rızıklandırılıyorsunuz.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 70.)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
Babası ile birlikte oturan kimse zekât ile mükellef midir?
Bir kimsenin zekât ile mükellef olması için Müslüman, âkıl, bâliğ ve hür olması (Kâsânî, Bedâiü‟s-sanâî, Beyrût 1997, II, 377-383) borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir (Kâsânî, Bedâiü‟s-sanâî, II, 394).
İslam‟da mülkiyetin şahsiliği esastır. Buna göre bir kimse babasıyla birlikte oturuyor olsa bile zekâta tabi nisap miktarı mala sahip ise zekât ile mükelleftir. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi, zekâtla yükümlü olur.
GÜNÜN DUASI
“Allah’ım! Sen yardım istenilensin, dualar ancak sana ulaşır, duaları sen kabul edersin, güç ve kuvvet ancak Allah ile birlikte vardır.” (Tirmizi, De’avat, 94)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.