Özü Sözü Doğru Olmak | Orucu bilerek ve kasten bozmanın hükmü nedir?
Köylerim'de Ramazan 7. Gün. Ramazan' ın 7. gününde Özü Sözü Doğru Olmak konusuna göz atıp, Orucu bilerek ve kasten bozmanın hükmü nedir? sorusuna cevap arıyoruz.
ÖZÜ SÖZÜ DOĞRU OLMAK
Allah azze ve celle Yüce Kitabımızda: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur” buyuruyor. (Ahzâb, 33/70-71.)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise bir hadislerinde: “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hainlik ile güvenilirlik bir arada bulunmaz” buyurmakta. (İbn Hanbel, II, 349.)
İslam dini hakikate, doğruluğa ve hakkı söylemeye büyük önem vermiştir. O kadar ki doğruluk ve dürüstlük anlamına gelen sıdk, peygamber sıfatlarının ilkidir. Müslüman denilince akla gelen ahlaki erdemlerin en başında yine doğruluk gelir. Çünkü doğruluk; kurtuluşun nuru, hidayetin cevheri, yüksek ahlakın bir gereğidir. Doğru söz, imanın sesi; hakkı söylemek müminin şiarıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), bir hadis-i şeriflerinde “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayır söylesin ya da sussun” (Ebû Dâvûd, Edeb, 122-123.) buyurmuşlardır.
Doğruluk iyiliktir; yalan kötülüktür. Doğruluk rahmettir; yalan felakettir. Hak, doğrulukla yerini bulur; yalanla zayi olur. Doğrulukla kazanılan mal ve mülk bereketlenir. Yalanla elde edilen hiçbir şeyde hayır yoktur. Onur ve haysiyet, doğrulukla kalıcı hale gelir. Allah’ın rızasına doğrulukla varılır. Yalanla varılacak yer ise ancak cehennem azabıdır. Allah katında sözün değeri, hakkı ve hakikati ne derece yansıttığı ile ölçülür. Çünkü söz, kalbin ve gönlün tercümanı, özün ve ruhun aynasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu konuda ümmetini şöyle uyarmaktadır: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete iletir. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru’ olarak yazılır. Yalandan sakının! Çünkü yalan insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme iletir. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı’ olarak yazılır.” (Müslim, Birr, 105.)
Bir toplumda fitne ateşinin yakılmasına, fesadın yayılmasına, dostlukların sona ermesine, masumların zarar görmesine ve hakların zayi olmasına çoğu zaman yalan bir söz sebep olur. Ailede güvenin zedelenmesinde, sevgi ve saygının azalmasında, nihayetinde yuvaların yıkılıp ocakların sönmesinde en büyük sebep yine söze yalan karıştırmaktır. İş hayatında ve ticarette güven ancak doğrulukla kazanılır. Dürüst bir müessese nihayetinde dünyevî ve uhrevi kâr elde eder. Toplumu aldatan, hilesini süslü sözlerle örtmeye çalışan ve bu uğurda yalan yere yemin etmekten kaçınmayan ise her iki cihanda iflas etmeye mahkûmdur. Söz ve davranışlarıyla ümmeti için en güzel örnek olan Allah Resûlü (s.a.s), yalan konusunda o kadar hassas davranmıştır ki çocuklara yalan söylemeyi hatta yalan söyleyerek şaka yapmayı dahi yasaklamıştır. Nitekim bir defasında, bir kadının çocuğunu çağırıp, “Gel sana bir şey vereceğim” dediğini işitince ona, “Ne vereceksin?” diye sormuş, “Kuru hurma” cevabını alınca “Dikkatli ol, ona bir şey vermemiş olsaydın, bu senin için bir yalan olarak yazılacaktı” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80.) buyurmuştur.
Yalan söylemek ne kadar vebal gerektiren bir davranış ise, duyulan her haberi araştırmadan doğru kabul etmek, bilerek ya da farkında olmadan yalanın yayılmasına sebebiyet vermek de dini ve ahlaki bakımdan aynı derecede sorumluluk gerektiren bir davranıştır. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bizi: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” buyurarak uyarmaktadır. (İsrâ, 17/36.)
Dini, ırkı, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun kimsenin izzet ve şerefine dil uzatmayalım. Hak ve hakikatin peşinden gidelim. Doğruluğu, saygı ve nezaketi kendimize şiar edinelim. Kıyamet günü her bir sözün hesabının sorulacağını unutmayalım. Gönlümüzü karartan, kalplerimizi kirleten, çoğu zaman da hayatımızı alt üst eden yalandan sakınalım. Rabbim bizleri, Özü ve sözü doğru olanlardan eylesin.
Resûlullah’ın Sevgilisi: Hz. Âişe (r.a.)
O zamanlar evlerde kandiller yoktu. Ay ışığı sızardı küçük pencerelerden… Damlardı ayın şavkı hurma dallarından toprak duvarlara. Mescidin avlusuna bitişik küçük odalar da alırdı nasibini ay ışığından ama sadece ay değildi odalardan birini aydınlatan. Âişe’nin (r.a.) gözlerinde parlayan, onun göz bebeklerinde ışıldayan… Dua yansırdı gözlerine geceleri Âişe’nin (r.a.), uzun secdeler aydınlatırdı yüzünü, sakalını ıslatıncaya kadar ağlayan sevgili eşinin akıttığı her bir damla kandile ihtiyaç bırakmazdı… Onun o küçük odasında hiç gece yaşanmamıştı ki… Kararmamıştı ki hiç Âişe’nin (r.a.) göz bebekleri…
Oysa üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden yememişlerdi bu evde. Bir ay boyunca ateşin yanmadığı zamanlar da olmuştu, su ve kuru hurma dışında katığın bulunmadığı zamanlar da… Hiçbiri söndürememişti gözlerindeki ışığı Âişe’nin, Âişe mutluluğu dünyalıkla hiç aramamıştı… Onun varlığı yanı başındaydı, çok sevdiği eşinin Âişe’siydi o, Sıddıkası, beyaz tenli Humeyra’sı, Rabbinin temize çıkardığı Müberra’sı idi. Allah Resûlü’ne insanların en sevimlisini sorduklarında verdiği cevaptı Âişe (r.a.). Allah’ın Habibi’nin sevgilisi idi. Cebrail’in selam verdiği kadındı. Müminlerin annesiydi.
Mescidin duvarına bitişik küçük odasında her an birlikteydi Âişe (r.a.) Allah Resûlü’yle, diğer zamanlarda ise onun izini süren bir çift gözdü. Her anını görüp saklamak, zihnine kazımak, sadece kalbinde değil hafızasında da en çok yeri ona ayırmaktı gayesi. Öyle de yaptı. Genç dimağı, ona ait olan her bir anıyı her bir ayrıntıyı özenle sakladı. Sevgili eşiyle hep birlikte olmanın sağladığı ayrıcalığı müminlerin annesi onları aydınlatmakta kullandı. Kapısını merakla, heyecanla, muhabbetle çalan ve Nebî’yi daha yakından tanımak isteyen her soruya cevaptı Hz. Âişe.
- Ey Âişe, Allah Resûlü’nde gördüğün, seni çok şaşırtan hal ne idi?
- Anneciğim, Resûl-i Ekrem’de gördüğün hayret verici bir davranışını bize anlatır mısın?
- Onun ahlakı nasıldı?
- Nebî’nin (s.a.v.) konuşma tarzından bahsetsen bize…
- Uhud gününden daha sıkıntılı bir günü oldu mu?
- Namazları nasıldı Nebî’nin (s.a.v.)?
- Ev hali nasıldı Resûl-i Ekrem’in?
…
Evinde, küçük odacığında ne yaptığını sorduklarında arı, duru, sade hayatlarını anlatırdı Âişe (r.a.). Dünyalık girmeyen evlerinin tek zenginliğinden bahsederdi uzun uzun, onu anlatmaktan yorulmazdı meraklı gözlere. O zamanlar evlerde kandiller yoktu ama odasını ısıtan da ışıtan da Allah Resûlü’ydü. Yanı başında sevgili eşi varken Âişe, dünya yükünün giremediği bu evde, en saadetli hanede yaşardı. Yaşardı ama onunla birlikte geçirdiği her bir saniyenin hakkını vermenin boynunun borcu olduğunu bilerek, onun eşi olmanın ağırlığını hep üzerinde taşırdı. Sevgili eşinin her hareketini izlemek, ona ait her anıyı hafızasına kazımak, her bir sözünü ezberlemek, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak vazifesiydi adeta. Onun ağzından çıkan her bir söz Âişe’ye verilmiş kutsal bir emanetti. Bu yüzden soruyor, sorguluyor, onun her bir davranışını anlamak, hikmetini kavramak için çabalıyordu. Onun bu berraklığı, netliği, açık sözlülüğü, merakı, yerinde duramayan halleri ona çok yakışıyordu. Aklına bir soru takılmışsa hemen sorardı Allah Resûlü’ne, aklına bir şey yatmadığında çekinmeden sorgulardı. Cevapsız hiçbir soru kalmasın isterdi zihninde, öğreten o olduğundan, tadına doyum olmazdı öğrendiklerinin, bitmesin isterdi tatlı sohbetleri.
Bazı kadınlar sakin, duru bir göl gibiydi; Âişe (r.a.) ise akan coşkun bir ırmak, berrak bir çağlayandı. Sorardı, soruştururdu, itiraz eder, kıskanırdı. Sevincini de kızgınlığını da saklayamaz, yüzüne yansıtırdı. Allah Resûlü onun içini yüzünden okur, her halinden haberdar olurdu. Kıskandığında “Anneniz kıskandı.” der, sakinleştirirdi Âişe’sini; öfkesini anlamak ise onun için hiç zor değildi. “Sen benden razı olduğun zaman Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki, dersin; kızgın olduğun zaman ise İbrahim’in Rabbine yemin edersin.” derdi. (Buhârî, Edeb, 63) Âişe’nin de ondan işittikleri içine öyle işlerdi ki herhangi bir sözün, bir davranışın ona ait olup olmadığını bilir, kendisine bir olayı arz ettiklerinde “Allah Resûlü olsaydı şöyle yapardı.” “O, bunları görseydi şöyle derdi.” diyebilecek kadar mizaçşinâs-ı Resûl idi. Çünkü hiç ayrılmamıştı ondan, ayrılmayı aklından hiç geçirmemişti. Bir gün mescidin avlusundaki odalardan birinin ışığı söndü, artık eskisi kadar parlamıyordu Âişe’nin (r.a.) göz bebekleri… Muhabbetle geçen bir ömür sonunda, bu küçük odacıkta, mübarek başını sevgili eşinin kucağına koydu Allah’ın Habibi… Artık eskisi gibi bakmıyordu Âişe’nin (r.a.) gözleri…
Diyanet Aylık Dergi 2013
AYET-İ KERİME MEALİ
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” İsra 17/36
HADİS-İ ŞERİF MEALİ
“Bir kadının güzelliğini ansızın görüp de yüzünü çeviren kimseye Cenab-ı Allah, ibadetlerinden zevk almayı nasip eder.”(Ahmed, 36/610)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
Orucu bilerek ve kasten bozmanın hükmü nedir?
Orucunu bilerek ve kasden bozmak Ramazanın hürmetine saygısızlıktır ve büyük günahtır. Hz. Peygamber orucunu bu şekilde bozanların keffaret ile yükümlü olacaklarını belirtmiştir (Buhari, Savm, 30, Hibe 20, Nafakat, 13, Keffarat, 2-4; Müslim, Sıyam, 81). Yine Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bildirdiğine göre oruç kefareti, öncelikle bir köle azat etmektir, buna imkan bulunmadığında -ki günümüz şartlarında bu imkan fiilen ortadan kalkmıştır- iki kameri ay veya 60 gün ara vermeksizin oruç tutmaktır. Buna da gücü yetmeyen kişi, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur. Bu keffaretin yanında ayrıca, bozulan o orucun da kaza edilmesi gerekir (Merğinani, el-Hidaye, I, 124-125).
GÜNÜN DUASI
“Allah’ım! Hidayet ettiğin kimselerle birlikte bana da hidayet et, âfiyet verdiğin kimselerle birlikte bana da âfiyet ver, yüz çevirdiğin kimselerden benim de yüz çevirmemi nasip et, bana verdiğin nimetleri bereketli kıl, hükmettiğin şeylerin şerrinden beni koru, şüphesiz hükmü Sen veriyorsun, Sana karşı hüküm verilemez. Şüphesiz ki Senin dost edindiğin kimseler rezil olmaz. Sen, eksikliklerden münezzehsin ve şanı yüce olansın.” (İbn Hıbban, Ed’ıye, No: 945)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.