Rahmana has kul olabilmek

Rahmana has kul olabilmek

Köylerim'de Ramazan 19. Gün. Ramazan' ın 19. gününde Rahmana has kul olabilmek konusuna göz atıp, Kötülük yapmayı düşünmek mesuliyet gerektirir mi? sorusuna cevap arıyoruz.

RAHMAN’A HAS KUL OLABİLMEK

Peygamberimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken müminin sahip olması gereken güzel hasletleri veciz bir benzetmeyle şöyle dile getirdi: “Mümin, bal arısına benzer. Bal arısı gibi hep güzel, temiz, helal şeyler yer. Hep güzel şeyler üretir, hep iyiliklerin peşinden koşar. Hiçbir şeyi ne döker, ne kırar, ne de ifsat eder” (İbn Hanbel, II, 199.)  Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de mümin kullarından övgüyle söz ederken, onları gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, zihinlerin tahayyül edemediği ebedi nimetlerle müjdeler. Geliniz bugünkü yazımızda Rahman’ın bu büyük müjdesine mazhar olan has kulların özelliklerine hep birlikte kulak verelim.

Rahman’ın has kulları,  yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Asla kibirlenmezler, gururlanmazlar, üstünlük taslamazlar. Zira bilirler ki gerçek üstünlük, Allah’a karşı görev ve sorumluluk bilincine sahip olmaktan geçer. Gurura ve kibre kapılmak, insanlara üstünlük taslamak, kişiyi ancak Allah’ın rahmetinden, rızasından uzaklaştırır.
 
Rahman’ın has kulları,  dünya ve ahiretlerine faydası olmayan boş söz, tavır ve tutumlardan kaçınırlar. Cahillerin, kendini bilmezlerin sataşmasına aldırış etmezler. “Selam” diyerek geçip giderler. Zira bilirler ki haddi aşmak, küstahlık ve hoyratlık etmek, mümince bir tavır ve tutum değildir. Mümine yakışan, ölçülü ve saygılı davranmaktır; basiretli ve ferasetli olmaktır; itidalden ayrılmamaktır. Onun bu konudaki hayat ölçüsü, Peygamberimiz (s.a.s)’in şu uyarısıdır: “Mümin, insanları karalayan, lânet eden, kaba ve kötü sözlü, hayâsız birisi olamaz.” (Tirmizî, Birr, 48; İbn Hanbel, I, 405.)

Rahman’ın has kulları, Allah’a gönülden teslim olanlardır. Bu teslimiyetin en belirgin tezahürü, gecenin sessizliğinde huşuyla kapandıkları secdelerdir. Onların imanlarına olan sadakatlerinin ifadesi, seherin bereketinde Allah’a ihlas ve samimiyetle arz ettikleri dua ve istiğfarlardır. Onlar, günah işlediklerinde gönülden pişmanlıkla  “Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır!” şeklinde yakaranlardır.    

Rahman’ın has kulları, ne cimridirler, ne de savurgandırlar. Onlar, tasarruf ve harcamalarında bu ikisi arasında dengeli bir yol takip ederler. Yüce Rabbimizin kendilerine nimet olarak vermiş olduğu sağlığı, vakti, serveti israf etmekten kaçınırlar. İman ederler ki, her nimetin bir gün hesabı sorulacaktır. Onlar, gerektiğinde Allah yolunda hiçbir fedakârlıktan da geri kalmazlar.  

Rahman’ın has kulları, her daim elif gibi dosdoğru olurlar. Sırat-ı müstakimden bir an olsun ayrılmazlar. Allah’tan başka hiçbir varlığa boyun eğmezler. Kulluğu sadece O’na özgü kılarlar. Zihinlerini, gönüllerini hiçbir faniye esir etmezler. Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar. Zinaya bulaşmazlar. İffet ve haysiyetlerine halel getirecek, insan onurunu zedeleyecek davranışlarda bulunmazlar.
 
Rahman’ın has kulları,  günahların en büyüklerinden olan yalancı şahitlikten kaçınırlar. Onlar, zihinlerini yersiz düşüncelerle kirletmezler. Dillerini yalan ve iftirayla zehirli bir ok haline getirmezler. Asılsız sözlere, olumsuz durumlara itibar etmezler. Zira bilirler ki bütün bunlar kötülüğün, fitne ve fesadın kaynağıdır; huzursuzluk ve çöküşün sebebidir. Mümine düşense her şartta hakkı savunmaktır. Her daim doğrunun yanında yer almaktır. Hakikatin tercümanı olmaktır.  Rahman’ın has kulları, kendilerine Rabblerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara kör ve sağır kesilmezler. Hayat kitabımız Kur’an’ı doğru bir şekilde anlamaya, en güzel biçimde yaşamaya çalışırlar. İçinde yaşadığımız kâinatı ve Allah’ın en mükemmel âyeti olan insanı tefekkür ederler. Hayata ve olaylara ibret nazarıyla bakarlar.  

Rahman’ın has kulları,  “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” diye dua ederler.  İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklardır. Orada hoş bir şekilde karşılanacaklar ve ebedi kalacaklardır. Orası ne güzel bir duraktır, ne güzel bir konaktır! (Furkân, 25/63-76.)  Ne mutlu Rahmân’a has kul olabilenlere! Ne mutlu yaratılış gaye ve hikmetine uygun yaşayarak Allah’ın rızasını kazananlara! Ne mutlu yolu huzura çıkanlara! Ne mutlu fâni âlemi bâki bir kazanca dönüştürenlere!

İlim ve Hikmet Önderi Eşsiz Sahabi: Abdullah b. Mes’ûd (r.a.)

Ukbe b. Ebî Muayt’ın sürülerine çobanlık yapan kendi halinde biriydi. Ne malı mülkü vardı ne de kendisini himaye edecek asaletli, hatırı sayılır bir kabilesi. Güçlü kuvvetli bir yapısı da yoktu, zayıf ve çelimsizdi. Üstünlüğün soy sop ve zenginlikte, hak ve hukukun daima güçlüden yana olduğu cahiliyye devrinde onun hayatı hakkında pek fazla bilgi verme gereği duymamıştı tarih, varlığıyla yokluğu arasında fark yok gibiydi. Mekke’de doğan İslam güneşiyle o da yeniden doğdu adeta. Âlemlerin Rabbine kul olduğunu haykırarak değer kazandı, hem Rabbi katında hem insanlar nazarında. Bundan böyle ismi Allah’ın Resûlü ile anılacaktı. Sessiz kalmak yerine günden güne daha vurgulu, iftiharla anacaktı onu tarih ve nihayetinde “Kûfe tefsir ve fıkıh mekteplerinin kurucusu öncü sahabi” sıfatıyla altın harflerle saklayacaktı bağrında adını: Abdullah b. Mes’ûd.

Müslümanların altıncısıydı Abdullah b. Mes’ûd. Resûlün çıktığı kutsal yolculukta daha en başından ona yoldaşlık etmeye talip olmuş ve bu yolculuğun her safhasında tüm benliğiyle var olmuştu. Mekke’de geçen sıkıntı dolu günlerde, Kâbe’de Kur’an ayetlerini yüksek sesle okuma cesaretini gösteren oydu. Allah’tan başka bir dayanağı, imanından başka bir gücü olmadığı halde vahyin aydınlığına tahammülü olmayan kararmış kalplere Rahmân Sûresi’yle seslenmiş ve onların vahşi saldırılarına maruz kalmıştı. İnancı uğruna her türlü zorluğa göğüs gerdi. Önce Habeş diyarına daha sonra da Medine’ye hicret etti. Asrısaadetteki bütün savaşlarda kahramanca çarpıştı. Bedir’de küfrün başı Ebû Cehil’e son darbeyi o indirdi ve ölüm haberini Sevgili Peygamberimize o getirdi. Uhud’un o hengâmeli ortamında Resûlullah’ın yanından ayrılmayan birkaç kişi arasında o da vardı. Düşmanın duraksız saldırılarına karşılık verirken namazların dahi eda edilemediği zorlu Hendek Savaşı’nda da yanındaydı Resûlün ve İslam tarihinin daha nice sahnesinde onunla aynı karede yer aldı.

İslam’a gönül verdiği günden beri Abdullah b. Mes’ûd’un yegâne arzusu Peygamber Efendimizin hizmetinde bulunmak ve ondan ilim tahsil etmekti. Mescid-i Nebevî’nin arka tarafından kendisine bir ev tahsis edilmiş ve annesiyle birlikte ona Allah Resûlü’nün evine rahatça girip çıkma izni verilmişti. Bu samimi ilişkiden dolayı onu ehli beytten sananlar bile oluyordu. Abdest almak için kalktığında ibriğini taşımak, yıkanırken perde tutmak, uykuda iken ibadet için uyandırmak, bir yere gittiğinde ayakkabılarına sahip çıkmak gibi vazifelerle Resûlullah’a yardımcı olan İbn Mes’ûd anbean onunla birlikte olma imkânına sahipti. Bu imkânı çok iyi değerlendiriyor, onun her hal ve hareketini önce zihnine sonra yaşantısına titizlikle nakşediyordu. Suretinden siretine onun yaşam tarzını örnek almaya gayret ediyor ve zaman geçtikçe ona daha çok benziyordu. Öyle ki ashab arasında ahlak ve yaşantı bakımından Resûlullah’a en çok benzeyeni kabul edilmişti.
 
Vahyin inişini en yakından gözlemleyen sahabilerden biri olarak sünnetin yanı sıra Kur’an bilgisi bakımından da üstün bir konuma erişmişti İbn Mes’ûd. Resûlullah’ın “Kur’an’ı şu dört kişiden öğrenin.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 8) dediği sahabilerden biriydi ve yetmiş kadar sureyi bizzat Resûlullah’tan öğrenmişti. Sesinin güzelliği ve okuyuşundaki heyecan kendisini daha da ayrıcalıklı kılıyordu. “Kur’an’ı nâzil olduğu günün heyecanıyla okumak isteyen kimse, İbn Ümmü Abd’in (Abdullah b. Mes’ûd) kıraatıyla okusun.” buyurmuştu (İbn Hanbel, I, 26) Hz. Peygamber ve bir gün ondan Kur’an dinlemek istemişti. “Yâ Resûlallah, Kur’an size indirilmişken, ben mi size okuyayım?” diyerek şaşırınca, “Evet, Kur’an’ı başkasından dinlemeyi de çok seviyorum.” demişti. Nisâ suresinden bir bölüm okuyan Abdullah’ı (r.a.) huşuyla dinleyen Efendimiz, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!” (Nisâ, 4/41) mealindeki âyete geldiğinde gözyaşlarını tutamamıştı. (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 33)

“İçinde hikmet dağıtılan ve rahmet umulan meclis, ne güzel meclistir!” (Dârimî, Mukaddime, 28) diyen İbn Mes’ûd, Resûlullah’ın vefatından sonra da ilim ve hikmet meclislerinin vazgeçilmez simalarından oldu. Kur’an ve sünnetle yoğrulan kişiliğiyle ashabın da kendisine danıştığı nadide bir şahsiyet olarak pek çok talebe yetiştirdi. Tefsir ve fıkıh okullarının kurulmasında öncü rol üstlenmenin yanı sıra hadis rivayetindeki titizliğiyle nebevi sünnetin sağlıklı bir şekilde aktarılmasına hizmet ederek İslami ilimlerin gelişmesine büyük katkılar sağladı.

Diyanet Aylı Dergi 2013

AYET-İ KERİME MEALİ

“Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”
Enam 6/160.

HADİS-İ ŞERİF MEALİ

“Bir kimse camiye gitme niyetiyle evinden çıktığında, attığı bir adımla kendisine bir sevap yazılır, diğer adımıyla bir günahı silinir.”
Nesâî, Mesâcid, 14.

İLMİHAL SORUSU VE CEVABI

Kötülük yapmayı düşünmek mesuliyet gerektirir mi?

Cenab-ı Hakk'ın insanlar üzerindeki rahmet tecellileri çeşitlidir. İster iyilik, ister kötülük olsun insanların yaptıklarına rahmeti ile karşılık verir. Kur’an-ı Kerim'de (az önce okuduğumuz ayeti kerimede) bir kimsenin iyilik yapmasına on kat sevap verileceği, kötülük yapmasına da misli kadar günah yazılacağının beyan buyurulması, bu sonsuz rahmetin bir tecellisidir.

Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir hadis-i şerifte bu hususu açıklamaktadır. “Allah iyiliklerin ve fenalıkların yazılmasını emretti.” buyurduktan sonra şöyle devam etmektedir: “Bir kimse bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa, Allah kendi katında o kimse için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevabı yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkarır. Ve eğer fenalık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah onun için tam bir iyilik sevabı yazar. Eğer kötü işe hem niyetlenir hem de onu yaparsa, Allah o kimse için bir günah yazar.” (Buhari, Rikak:31,)

GÜNÜN DUASI

“Allah’ım! Biz Peygamberin Muhammed (s.a.s.)’in Senden istediği hayırlı şeyleri istiyoruz. Yine Peygamberin Muhammed (s.a.s.)’in Sana sığındığı şeylerden biz de Sana sığınıyoruz. Sen yardım istenilensin, dualar ancak sana ulaşır, duaları sen kabul edersin, güç ve kuvvet ancak Allah ile birlikte vardır.” (Tirmizî, De’avât, 94)

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.