Köseler: Bu sözcük "köse"den gelir. Sözcüğün sonundaki"-ler" eki, topluluk, aile, sülale anlamı vermektedir. Yani Köseler diye bilinen bir sülalenin kurduğundan köy bu adı almış. Sözcükle ilgili olarak aşağıdaki bilgileri de verebiliriz.
Köseli Yörük Türklerinde bir oymak adı olarak geçer. Köseli sözcüğünün Köselilerden Köselere dönüşme olasılığı Köselerin söyleyiş kolaylığından oldukça yüksektir. Köyde “Yör Abbas” lakabında bir kişi köyün nüfusuna kayıtlı ve bu sülale eskiden beri köyde oturmaktadır. “yör” takma adı, “Yörük”ten bozulmuş olma olasılığı da göz önünde bulundurulduğunda Köseler Köyü’nün Yörük Türkleri ile bir bağı olduğu kanaati güçlenmektedir; böylelikle Köseler’in kökenlerinde Amasya bölgesine gelen Ulu Yörükler’in olma olasılığı da güçlenmektedir. En azından köydekilerin bir kısmının kökeni yörüktür, savı ileri sürülebilir.
Köyün, Osmanlı döneminden kalma 500 yıllık kayıtları da bulunmaktadır. Siyakat yazı tarzı ile yazılmış ve okunması oldukça zor olan bu beş yüz yıllık Osmanlı kaydında şöyle yazıya göre:
Köseler Köyü’nün tamamının vakıf olduğu, bu vakıf olan köyün gelirlerinin Ahi Burak Tekkesi’ne ve Haliliye Medresesine verdiği anlaşılır. Devletin başı olan sultanca tekkelere ayrılan köylere, ya da araziye “vakıf tımar” adı takılır. Tımardan elde edilen gelirin tekkeyle ve medreseyle ilgili vakfa gelir sağladığı anlaşılmaktadır.
Hasıl: Gelirin tamamı, 2584 imiş. (Akçe olarak olmalı.)
Nefer: Köyde bulunan erkek nüfusu anlatır. Demek ki 1530’da 42 erkek nüfus varmış.(Askerlik çağındaki erkek nüfus olmalı.) Kadın ve çocuklarla birlikte köyün nüfusunun 200’den fazla olduğunu ileri sürülebilir. Hane: Köydeki ev sayısını belirtir. Köyde o tarihlerde 37 ev varmış. Her evde o devirlerde en az 5 ile 10 nüfus bulunsa köyün toplam nüfusu 200’ü geçer. Evlerin değişik bölgelerde olduğunu ileri sürebiliriz. Gaffar Dede, Dereciköy, Atavlun, Samanlığın Dere, Çatmamezer, Hanımın Yayla, Gurşen Dede, Karaağaç Dede ve bugünkü Sazak Deresi’nin başlangıç noktaları ile Ağca Dede’nin altlarında üçer beşer evden köyün 1530’lu yıllardaki 37 hanesini oluşturma olasılığı yüksektir. Bu yerleşim yerlerinin her biri ayrı bir boya veya aynı boyların emmi çocuklarına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu dağılım ailelerin üretim alanlarını da belirler durumdadır. Daha sonra ailelerin birbirlerinden evlilikleri veya Osmanlının yönetsel baskıları ile doğanın zorlayıcı koşulları bir yerde sülaleleri toplamış olmalı. Gümüş’teki Ağca Dede Mahallesi’yle Köseler’deki Ağca Dede’nin bir bağlantısı var mıdır? Yoksa bu bir isim benzerliğinden öte götürülmemeli midir? Fakat Köseler’in toprakları en başta Gümüş’teki Ahi Burak tekkesinin gözetimi altında. Ağca Dede de: Ahi Burak’ın Köseler’deki bir temsilcisi, vakıf topraklarının köydeki bir yöneticisi olabilir.
Mahmül: Her halde köyün geliri ile ilgili bir ölçü olmalı. Yani yük demektir. 5 yük gidecek veya elde edilen bir gelir vardır. Hasıl-ı mülkane: Mülkhaneye düşen gelirin miktarıdır. O köyün sahibine malikane denir. Bu kayıttaki zaviye yani tekke Ahi Burak’a aittir. Bu tespitin yapıldığı tarihte Ahi Burak yaşamıyordu. Yukarıdaki belgenin tahlili sonucu şu bilgilere ulaşılır.
Zaviyeyi Ahi Burak(Barak) ve Haliliye Medresesi: çünkü Köseler 1530 tarihli kayıtta, Ahi Burak Tekkesi ve Haliliye Medresesi’ne gelir sağlayan bir vakıf köyü olarak karşımıza çıkıyor.
Ahi Burak ve Haliliye Medresesi tabi ki hemen 1530’da kurulmuş ve o devirlerde kamu hizmeti vermeye başlamış kurumlar değildi. Bu kurumların kuruluşu veya bu kişilerin yaşadığı tarihler, bu kayıttan önce ve farklı zamanlarda olmalı. İşte bu kişilerin yaşadığı tarihleri tespit ettiğimizde, en azından Köseler’in kuruluşunu 1530’lardan birkaç yüzyıl öncelere götürmek mümkün olacaktır. Çünkü Köseler karyesi Ahi Burak(Barak) Tekkesi’nin vakfı olduğu bağı her hâlde Ahi Burak’ın yaşadığı yüzyılda ve zamanında başlamalı.
Sonuç olarak: Köyün en azından 600 yıllık bir tarihi vardır ve köyün adının kaynağının da Yörük Türklerinin bir boyu olan "Köseli" boyundan "Köseliler"e sonra da Köseler'e dönüştüğünü ileri sürebilir.Köyün tarihinde Türkçeden başka dil de kullanılmamıştır. Bunu köydeki yer isimleri kanıtlıyor. Şöyle ki: Atavlun,Dereciköy, Kozakçı, Çobançıralıset, Ekinalağı, Gürleyik,Şarlayuk, Evkaya, Doruk, Suçıkan,Kelçal, Kayabaşı, Dolayyol. Tümü Türkçe kurallara uygun daha yüzlercesi.
Köyde Eski Uygarlıklardan Kalanlar ve Belgelere Geçenler:
Eski Çağlarda Yaşamın İzleri: O zamanlarda yaşayanlar ne diyordu Köseler’e? Bunu bilemiyoruz. Bu bölgede kurulmuş yerleşimler köy müdür, şehir midir ve adı nedir onu da bilemiyoruz. Araştırmacılar, bugün Köseler Köyü sınırları içinde bir yerleşmenin olduğunu yapılan araştırmalar sonucu tespit ettikleri tarihi kalıntılardan hareket ederek ileri sürüyorlar. Bu kalıntıların bulunduğu, köye en yakın yerin Fatmapınar, yani Killik mevkii olduğu, bu yerleşmede, iyi bir işçilikle yapılmış, iyi fırınlanmış, çoğunluğu kırmızı astarlı İlk Tunç Çağı keramiklerine rastlandığı kayıtlara geçmiştir. Yine köyün sınırları içinde bulunan Gaffardede’de, kahverengi astarlı, iyi pişmiş, açkılı İlk Tunç Çağı keramiklerine rastlandığı da kayıtlara geçmiş. Gümüşhacıköy’den çıkıp Köseler Köyü’ne gelirken köyün topraklarının başladığı Kızlar Kayası’nda tarihi bir yamaç yerleşmesinin kurulmuş olduğu, bu yerleşmede dışı kahverengi, içi siyah olan iyi fırınlanmış, açkılı İlk Tunç Çağı keramiklerinin tespit edildiği de bir yazılı bilgi olarak karşımıza çıkar. (Dünden Bugüne Gümüşhacıköy S.4) Romalılar da Buralarda Yaşamış: İlk Tunç Çağında yaşayanlardan sonra kimler, hangi uygarlıkları, ne zaman kurmuşlar buralarda? Bu soruyu yanıtlamak zor. Bölgede sırasıyla: Firigya hakimiyeti, İskitler hakimiyeti, (Alan Türkleri), Kimmerler hakimiyeti, Lidyalılar hakimiyeti ve Roma ve Bizanslıların hakimiyetinden söz eder yazılı kaynaklar. Yine bölgede Arap ve Bizans mücadelesi de görülür, 700’lü yıllarda. Romalılara ait yerleşim yerleri ve onlardan kalan buluntular “Çetmi, Keçi köyü, Eymür, Koç köyü, Çitli, Bağlıca, Köseler, Ovabaşı ve Bulak köyleri arazilerinde tespit edilmiştir. Köseler Köyü’nde bir kale kalıntısı, Köseler Çayı’ndan Çitli Bağlıca’ya doğru uzanan kayalık tepelerin eteğinden, Terecelikaya denilen kayadan ve kayalardan Kızlar Kayası’na doğru uzanan bir su arkı mevcuttur. Bu ark kayalar oyularak yapıldığından yer yer kırılıp, tepelerin ve kayalarının üst taraflarından kopup yuvarlanan taşlarla dolsa da varlığını hala görebiliriz. Bu arkın muhtemelen Kızlar Kayası’ndaki yerleşmenin bağ ve bahçelerini suladığı savında bulunmamız yanlış olmayacaktır. Çünkü ünlü Kızlar Kayası’nın tüm çevresinde toprağın yüzeye yakın kısımlarında bina temelleri olduğu oralarda çiftçilikle uğraşanlar tarafından dile getirilmekte ve su kanalları da hala görülmektedir. Bu yerleşmeden getirilen mezar taşları ve şiir yazılı bir taş Gümüşhacıköy Müzesi deposunda bulunmaktadır. Bu taşta Roma lejyonuna ait bir kitabenin o civarda bulunduğundan bahsedildiğini yazılı taştaki şiiri okuyan İngiliz Profesörü David Frenç tarafından ifade edilmiştir.(s.19/20 Dünden Bugüne Gümüşhacıköy) Yine köylülerin anlatmasına göre 1960’lı yıllarda Aşur Ağa’nın çocuğu Halil, bir yılanı Atavlun’da bulur ve köye getirir. Bunun çöreklenmiş bir yılan resmi olduğunu anlarlar. Havza tarafından gelen bir hurdacı bu yılana müşteri olur. O gün için olmadık bir para verince kıymetli bir şey olduğunu sanırlar ve vermezler. Hurdacı bi daha ki gelişinde çocuğun babasını bulur: “Ankara’ya götürüp bunu satalım.” der. Ankara’ya varınca da Aşur Ağa’nın yılanı elinden kaptırdığı anlatılır. Sazak dolaylarında Aşıkoğlu’nun tarlasında çift süren rahmetli İbiş, karasabanın mezara rarstlaması sonucu bir şişe bulur. Porsuk Çukuru mevkiinde ayva, bilemedin armut büyüklüğünde, bi sıma portakala benzeyen topraktan yapılmış ve ocakta pişmiş, kiremit gibi sert ve cüssesine göre ağır bir şekil tütün dikerken yakın zamanda bulunmuştur. Gaffardede’nin yakınlarında Ters Üsük’ün tarlasında çift sürerken bir mezara rast gelirler. Bu mezardan kafatası kemikleri çıkar. Cesetin tam anlına iki yapma çivi çakılı olduğu söylenir. Rahmetli Ters Üsük bunları köylülere anlatmıştır. Yine aynı bölge diyebileceğimiz Kapansekisi’nde rahmetli Salim Hoca çift sürerken öküzün ayağı boşluğa gelir. Kazar bakar ki bir geniş küpün ağzı olduğu anlaşılır. Küpü kırmadan kazıp çıkararak alıp eve getirirler, kullanırlar. On iki ölçek ekin aldığı söylenir. Köyün ‘Heykel’ lakaplı, rahmetli İsmet Aslan adlı antika arayıcısı Ekinalağan’ı, Çatmamezer bölgesini kazar. Çatmamezer’de, Yellibelen’de yontulmuş, yapılmış taşlar bulduğunu köylülere anlatmıştır. Bu taşlar, muhtemelen oralardadır. Yine 1970 yılında, Killikbaşı’nda ekili alanlarda çalırşırken rastlantı sonucu işlemeli çömlek, şişe, ok-yay işlemeli taşlar çıkar. Buradan çıkan okların ucunun brons olduğu ve demirden kılıçların çürümüş şekilde olduğu anlatılıyor. Şu anki köy mezarlığının olduğu yerlerden de mezar kazarken fırında kullanılan taban tuğlası benzeri tuğlalar çıkmaktadır. Kalenin Doruk’u eski zamanlarda köyden meraklılar kazmıştır. Buradaki kazıdan buranın derinliği altı metre, genişliği de dört metre civarlarında olduğunu ve su biriktirme yeri olarak yorumlanmaktadır. Bura bir odayı andırıyormuş. Taşlar külükle işlenmiş. Sedir gibi görünümler olduğu söylenir. Suvelen Dere’nin ağzında da 1960’lı yıllarda kömür arştırması yapılır. Kömür olduğu söylenmiştir. “Köseler Köyü’nün batısında, Tekçam köyüne doğru uzanan tarıma elverişli arazinin Ekin Ağılı denen bölgesinde Romalılara ait, bolca kiremit ve tuğla parçalarının, çanak-çömlek kırıklarının bulunduğu ve bunların Roma Dönemine ait küçük yerleşim yeri olduğu Profesör Dr. Mehmet ÖZSAİT tarafından tespit edilmiştir.(s.21/22 Dünden Bugüne Gümüşhacıköy) Görüldüğü gibi köyün ve köyün çevresinde kurulup yaşamış ve kalıntılarını asırlar sonrasına bırakmış insan topluluklarının bugün köyde yaşayanlarla bir bağı yoktur.
Ekmeğin tarihi uygarlığın tarihidir. Kaynaklardan yararlanarak Köseler’deki ekmek çeşitlerini ve ekmekle gelen kültürü dile getireceğim. Önce tanımına bakalım ekmeğin. Ekmek, türlü tahıl unundan yapılmış hamurun fırında, sacda ya da tandırda pişirilmesiyle yapılan yiyeceğe denir. Bu yiyecek, mısır unundan ve çavdar unundan da yapılır. Köyde mısır ekmeği de çavdar ekmeği de tüketilmez. Fırında bu tür unların ekmeği şimdilerde pişirilmez. Rahmetli ebem, “Seferberlikte arpadan ekmek edip yedik oğul” derdi. Arkasından da “Allah o günleri bir daha göstermesin, arpa ekmeği tok tutmaz, hemen acıktırır adamı.” derdi. :Ekmek nimettir. Ayakaltına, yere ekmeği koymak, düşürmek düşmüş ekmeği almamak günahtır. :Köyde bir de “ekmeğini yedin mi “ deyimi vardır. “ekmek” bu deyimde yemek anlamında kullanılır. “Hadi gelin de akşam ekmeğini yiyelim” cümlesinde “ekmek” yemek anlamında kullanılmıştır.
Köseler’de, saçta ve fırında yapılanı yaygındır, ekmeğin.
Somun: Yunanca bir sözcük “yuvarlak ve şişkin bir ekmek.” Türkçe sözlükler böyle diyor. Bir, bir buçuk kilo ağırlığında, herhangi bir katkı maddesi bulunmayan bir ekmek çeşidi. Köseler’de evlerin vazgeçilmez, sofralara sürekli sunulan ekmeği fırında yapılır. On on beş gün bayatlamaz. Sertçe ve lezzetli bir ekmektir.
Somun pişirilirken yüzüne dürtü sürülür. Bu dürtü somunun alaf çalmasını ve içinin iyi pişmesini sağlar. Dürtü: kavrulmuş ve sulandırılmış undur.
Somun dilimlenerek sofraya konulur. Somunun dilimlenebilmesi için ekmek bıçağının keskin olması gerekir. Aç bir kişi, üç dört dilim ekmek ancak yiyebilir. Doyurucu bir ekmektir. Sobada gevretilip yağ sürüp yemesi ayrı bir tattır. Yumurtalı ekmek kızartması da yaygındır.
Somun hamurunun hazırlanması ve pişirilmesi: Una tuz atılır, sulandırılıp yoğrulur. Hamurun mayası katılıp, beklemeye bırakılır. Bekleme anında hamurun üstü birlenir. Hamurun mayası gelince, yani hamur kabarınca fırının önüne götürülür.
Fırın Çöreği: Az yağlı, kimi de şekerli ve yumurtalı, gevrekçe bir hamur işi Türkçe sözlük böyle diyor; fakat Köseler’in çöreği bu tanıma sığmıyor. Haşhaşlı ve haşhaşsız yapılır. Çörek deyince aklıma haşhaşlı çörek gelir. Haşhaşsız olanına külcük derler. Bir çörek 200–250 gram gelir. Ana ekmek somundur.
Çörek de arada bir yapılır. Düğünlerde, adak günlerinde, cemlerde, helva bayramında ve bayramlarda mutlaka çörekler edilir.
Çöreğin yapılışı şöyle anlatılır: “Hamuru yoğurup mayasını kat. Hamurun mayası gelince bir tahta sofra üzerinde aç. Açılan hamura karerince yağını ve dibekte dövülmüş haşhaşı sür. Malzemesi sürülmüş bu hamuru istediğin büyüklükte kes. Burmalı veya yuvarlak şekilde kesilen hamuru elinle şekillendir. Şekillendirdiğin hamurun yüzüne süt ve yumurta karışımını sür, pişir. Pişirme işi, güzüne sobasında veya fırında olabilir. Burmalı çörekleri kış mevsiminde genelde güzünelerde pişiririz. Çörek taze yenilmelidir; yenilmezse iki günde bayatlar. Çok edilmiş ve çörek bayatlamışsa buharda veya fırında ısıtılarak tazeleştirilebilir.”
Pideler: Peynirli pide, soğanlı pide, yumurtalı, kıymalı, çökelekli, haşhaşlı pide, kavurmalı ve patatesli pideler yapılır. Pideler taze yenir. Bir iki günde tüketilmelidir.
Sac Ekmekleri: Saçta pişirilen ekmek çeşitlerine geçmeden önce ekmek sacını, sacayağını ve süngüyü, oklavayı, ersünü, ekmek tahtasını kısaca tanıyalım. :Sac: Sacdan yapılmış dış bükey pişirme aracı. :Sacı Küllemek: Ekmek edilecek günden önce külle sıvamak. :Sacayağı : Ateş üzerine oturtulan, üç ayaklı çember ya da üçgen biçiminde demir destek. :Süngü: Ekmek çevirmek için yassı demir. :Oklava: Hamur açmak için silindir biçiminde uzunca değnek. Dimdik duranlara “oklava yutmuş” gibi derler. :Ersün: Hamur teknesini kazımak, hamuru yumaklık kadar kesmek için kullanılan çok keskince olan üçgen biçiminde olan saplı demir.
Yukarıda sayılan aletler her evde bulunur. Bunlar, ekmek evinin araç-gereçleridir. Hamur teknesi hem fırın ekmeklerinde hem de sac ekmeklerinde kullanılır.
Yufka: Köyde yufka sözcüğü pek kullanılmaz. Bunun yerine “sac ekmeği, yazma ekmeği” kullanılır. Yufka son zamanların lafıdır. Yokadan gelir. İnce ekmek demektir. Köseler’in sac ekmeği iyi olur. Gater gater yaparlar. Gater de katmer demektir. Sac ekmeği yapılacağı gün kadınlar komşuluk veya akrabalık durumlarına göre imece usulüne göre çalışırlar, yardımlaşırlar. O gün bir telaşa, bir karmaşa ekmek evini kaplar.
Sacüstü: Haşhaşlı, birkaç katlı, yüzü al al kızarmış tadına doyum olmaz bir ekmek “Çörek” de denilir. Hamuru mayasız da olur.
Yanuç: Sac ekmeği hamurundan çökelek konularak yapılır. Yüzüne bir şey sürülmez.
Pıtıl, pezü, bazlama, cızlama… saçta yapılan ekmeklerdendir. Saçta yapılan ekmekler, saç ekmeği hariç, taze yenilir. Hemen hepsi yağlanır. Bu ekmeklerin hemen hepsi lezzetlidir.
Burmalı Çörek: Kuzine sobaları çıkınca, kış günleri sıkça yapılır. Lezzetli bir çörektir.
Turşular: Domates, biber, elma, armut, fasulye, havuç, salatalık, … gibi turşular yapılır.
Yemekler: Bir kısmının tarifleri yazıldı.
Ekmekler: Tarifleri yazıldı.
Pilavlar: Bulgur, pirinç pilavı.
Erişte: Mantı, kaypak, kesme aş.
Salatalar: Çoban salatası, zeytinyağlı salata, piyaz,
Çorbalar: Kitabın yemekler bölümünde bazı çorba tarifleri verilmiştir. Burada bilinen çorbaların isimlerini sayacağım. Kesme aş, çatal çorba, yavan aş, toyga çorbası, mercimek çorbası, katıklı çorba, sütlü çorba, tarhana çorbası, orak çorbası.
Kavurmalar: Etlik, kesilip kavrulur ve teker haline getirilerek torbalarda saklanırmış, Bu eskiden bir kış hazırlığıymış. Pideler: Peynirli, çökelekli, ıspanaklı, kıymalı, kuşbaşılı, sebzeli, yumurtalı, soğanlı pideler yapılır. Evde Hazırlanan Kuru Yemişler: Çetene, mısır, bulgur kavurması, erik kurusu, ceviz, iğde, ayçiçeğinden çekirdek, kiren kurusu…
İçecekler: Çalkama, ayran, ekşi, hoşaf suyu, çay, ıhlamur. Köyde çay ve ıhlamur yetişmez.
Kurutulmuş Meyve ve Sebzeler: Bamya, bakla, fasulye, patlıcan, kabak, pancar, biber, soğan, kaklanmış meyveler, ayva, armut, elma, erik, kiren kurusu... Meyvelerin kurutulmuşuna hoşaf denir.
Avayit: Hediye. Bir avayit, bir para, karşılığı kına tası oğlan annesine verilir. Daha çok düğünlerde verilen, takılan, atılan hediyedir. Bu sözcük “avutmak“ tan gelmiş olabilir. Çünkü avayit verilende bir avuntu, bir teselli olur. Avayit de avutacak şey: hediye demektir. Saçı da düğünlerde davetlilerce verilen atılan hediyedir. Fakat “avayit” saçı anlamını vermemektedir. Avayit, düğünlerde genellikle bir şeyi almak için, düğünde gerçekleştirilecek veya gerçekleştirilen bir iş, eylem karşılığı verilir. Bunun için işi, eylemi yapan veya yapılmasına engel durumu ortadan kıldırana avayit verilir. Örneğin gelin almaya giden taksi, minibüs ve traktörlere avayit bağlanır. Gelinin önüne durana avayit verilir. Dünürşülere kapıyı açmayana avayit verilir. Yanuççulara getirdikleri bavulu vermeleri için avayit verilir. Okuyuntulu düğünlerde odalardan avyitleri bir tepsiyle toplanır. Gelinin beline kuşağı bağlayan kardeşe küçük akrabaya avayit veriler. Gelin alma ve ceyizin getirilmesinde yastığı getirene avayit verilir. Kına tasını kız evinden almak için avayit verilir. Kınayı yiğitbaşı damada yakmak için avayit ister. Davulculara avayit verilir.
Davulcu avayiti: bir pöşkür, bir basma, bir mendil, bir rakı … olabilir. Damadı donaltan hocaya avayit verilir. Görüldüğü gibi avayitlerin listesi genellikle düğünlerdeki bir takım iş ve eylemlere yönelik bir ödül, bir teselli, bir avuntu amacını taşır. Hediye, armağan içeriği de vardır. “Bu falancanın düğünden avayittir.” gibi ifadeler de dile girmiştir.
Acuk: Dağlarda kendiliğinden biten ekşimtırak, elmaya benzer bir meyve. Acumuk: En çok buğdayların içinde bulunan ve delice, karamuk da denilen acı tohum.
Yaz sıcaklarında esen ters yellerle kuruyan ekmekler sularınızla ıslatılır. Ve bir randevü yeridir serin, kuytu doğada adlarınız. Şu an varlıklarını sürdüremeseler de bakımsızlıktan battal olsalar da ad olmuş, şan olmuş eşmeler ve pınarlar: Pınarkolu Pınarı: Kızlar Kayası dolaylarında. Rahmetli dedem Kazım Usta’nın(Kazım Karaman) tarlasının başında. Suyu bilek kadar vardır. Taş oluklu. Etrafında ceviz ağaçları bulunur. “kolu” sözcüğü Anadolu’nun bazı yerlerinde “salı” ve “şenliği” anlamına da gelir. Burada “Pınar kolu” pınar tarafını, pınarın oraları, yani sal, yer anlamındadır. Elik Eşmesi: İn Deresi’nde. Bir pınarlık suyu vardır. Etrafı fındıklık ve fundalık. Çobanlar şekil vermiş olmalı. Taşoluk Pınarı: Kayabaşı’nda. Bir metre boyunda yere gömülü taştan bir oluğu vardır. Semizoğullarının arazisinin içinde. Suyu az. Etrafında kuşburnu, aluç ve aşlı meyvalardan bulunur. Gündönen Çeşmesi: Azmi Pehlivan’ın tarlasının içinde. Poyra konulmuş. Suyu bir fındık ağacının dibinden çıkar. Kozağacı Pınarı: Bu pınar Bekteşlerin tarladadır. Suyu bilek kadar vardır. Etrafında aluç, ahlat ağaçları var. Suyun ayağında pek bir ağaç yok. Üç Oluk Pınarı: Musa Kahyanın tarlasında. Şu an eşme. Bir zamanlar üç tane çam oluğu varmış. Üç oluk, eskiden kalan bir ad olmalı. Bakırlı Pınarı: Halil Dayı’nın tarlanın kıyısında. Akbaşlardandır. Batak Pınarı: Purtunun Cumayı’nın(Cuma Altay) tarlasında. Kuzoluk Pınarı: Kuzoluk tepesinin güney çukurunda. Kış mevsiminde tepelerin karı rüzgarla pınarın olduğu yere dolar. Kürtük atar. Kuzoluk karlar altında ta baharlara kadar kalır. Belki de bundan adı Kuzoluk’tur. Dağın doruğunda, merada bir pınar. Güllüçukur Pınarı: Akbaşların tarlada. Isırganlı- Çifte Sekiler Pınarı: Bura bir kaynak suyudur. Isırganlı bölgesinde. Büyükalağan Pınarları: Aşağıpınar ve Yukarıpınar diye iki pınar bulunur. Bu pınarlar Büyükalağan yaylasının hayat kaynaklarından en önemlileri. Suyu buz gibidir. İyi yağ çıkarttığını söylerler. Çötlesi bulunur. Çoban emeği vardır buralarda. Küçükalağan Pınarları: Burada iki pınar bulunur. Suları soğuktur. Çötleli. Çobanlar şekil vermiş. Böcüklü Pınarı: Çötleli bir pınar. Yaylacılar yapmış. Suları soğuktur. Çolağınçötle: Tarla içinde bulunur. Böcüklü yaylasına yakın. Ortaburun Ayağı Çötlesi: Yaylacılar şekil vermiş. Hüseyin’in Pınarı: Ahmet’in Halil’in oğlu Hüseyin’in hayrına yapılmış bir pınar. Kuyumcu yolunda. Oluklu pınarlardan biri. Hüseyin’in Pınarı, Yanukludere’de. İmamınpınar: Bu pınar Kuyumcu yolundadır. Kamil Hoca’nın babası yaptırmış. Çavuşunpınar: Kuyumcu yolunda, ağaç oluklu bir pınar. Icığınçötle: Çötleli bir pınar. Kocaçam’ın altında bir yerde. Gözelgızınpınar: Bu pınar Keleş’in tarla yakınlarında bulunur. Kazaneşme: Habeşin Koru’nun altında bir yerde. Soğukpınar: Çalınardı’nda yolun kıyısında. Kel Satı Pınarı: Karaoğlan’ın tarlada, Köy Korusu’nun bitiminde. Kuş Üsüğün Pınarı: Köy Korusu içinde bulunur. Kelalininçötle: Köy Korusu’nun içinde, kuz bir yerde. Kumlueşme: Gürleyik’e yakın bir yerdedir. Aşıkoğullarının Tarlanın Altındaki Su: Köy Korusu içinde bulunur. Ayderesi Pınarı: Otluçukuru’un biraz ilerisinde. Rahmetli İbrahim Türnüklü Kuyumcu yolunun kıyısına suyu emek vererek ve maddi destek sağlayarak getirmiş. Miz Miz Pınarı: Topuz’un Mıstığın Pınarı diye de anılır. Köyden Dolayyol’a doğru giderken köyün çıkışında. Kamburunpınar: Halil Çulha yaptırmış. Kanefillininçayır Pınarı: Aşıkgilin tarlada, Kanefilliler Çayırı’ndadır. Bekirinpınar: Kanefilliler Çayırı’nın yakınında. Yağlıpınar: Oluklu, çötleli olup Yemişen ve Kayabaşı ile hudut bir yerdedir. Suyunun iyi yağ çıkardığından böyle adlandırılmıştır. Çavuşunpınar: Sazak Deresi’nde. Kozakçı Pınarı. Yüzbaşı Hasan Efendi’nin hayrına yapılmıştır. Molla Ali’nin Pınarı: Kozakçı’da tarlalarının içinde bulunur. Aile büyüklerimizden Dedemin babası Molla Ali tarafından yapılmıştır. Bu pınarın gür bir suyu vardır. Taştan bir oluğu bulunur. Koca Musa Suyu: Koca Musa’nın tarladadır. Meryem Pınarı: Üsük Emmi’nin tarlasının kıyısında. Atavlun Pınarı: Cinlerin tarlada bulunur. Fatma Pınarı: İbiklerin tarlada. Yol çalışmalarından battal olmuş olabilir. Loğsundere Pınarı: Kelçal’ın arka yüzünde. Kibarınpınar: Donuzalağa’da. Topalınpınar: Dereciköy’dedir. Habeşinpınar: Gaffardede bölgesinin üst tarafında. Köyçün (Köy İçi): Köyçün, köyün orta yeri, köy meydanı demektir. Köylülerin buluşma, toplanma, güneşlenme ve sohbet yerlerinden biri. Köyçün’e çıkmak insanın sosyalliğini gösterir. Köprübaşı’nın da Köyçün’e benzer bir işlevi vardır.