Cevşen zırh anlamında Farsça bir kelimedir. Ehl-i Beyt kaynaklarından Musa Kâzım, Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır, Zeynelabidin ve Hüseyin b. Ali (ra) ve Hz. Ali (ra) tarıkıyla Peygamberimizden (asm) rivayet edildiği için Farsça “Cevşen” ve Arapça “Kebir” terkibi ile “Cevşenü’l-Kebir” ismi ile rivayet edilmiştir.
Mecmuatu’l-Ahzab’da analtıldığına göre Peygamberimiz (asm) Uhut Savaşında üzerinde zırhı olduğu halde küffarın hücumuna maruz kalmış ve zırhın bir parçası peygamberimizin (asm) çenesine batmıştı ve Uhut Dağına doğru gitmekteydi. Hava çok sıcaktı ve peygamberimiz (asm) zırhın da ağırılığı ve yaralı haliyle sıkıntı içindeydi. Cebrail (as) geldi ve “Allah Sana selam ediyor. Zırhı çıkarsın ve bu duayı okusun! Bu duayı okur ve üzerinde taşırsa zırhtan daha büyük tesiri olur.” dedi. Her zaman ümmetini düşünen peygamberimiz (asm) “Bu duanın tesiri yalnız bana mı mahsus, yoksa ümmetime de şamil mi?” diye sordu. Cebrail (as) “Ya Resulallah! Bu dua Cenab-ı Allah’ın sana ve ümmetine bir hediyesidir. Bunun sevabını da Allah’tan başkası takdir edemez.” buyurdu.
Cebrail’in (as) getirdiği bu dua ile peygamberimiz (asm) zırhı çıkardı ve bu duayı kalbinde yazılı buldu ve okudu. Daha sonra Hz. Ali’ye (ra) yazdırdı. Hz. Ali (ra) da yazarak Hz. Hüseyin’e (ra) öğretti ve ondan rivayet edilerek zamanımıza kadar geldi.
Cevşen’in Kütüb-ü Sitte’de olmaması onun sahih kaynaklardan gelmediği anlamına gelmez. Zira “Cevşen yaklaşık 20 sahifelik bir bir duadır. Bu nedenle Kütüb-ü Sittede de diğer sahih hadis kitaplarında değil, müstakil bir kitap olarak zamanımıza gelmiştir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur ve olması gereken de budur. Genellikle amelî hükümleri içeren hadislerin mecmuaları olan “Kütüb-ü Sitte” de bulunması gerekmez; çünkü hüküm içremez feyizli bir münacat ve Allah’ın zikrini ihtiva eden tefekkürî bir duadır.