1826 yılına dayanan köyün tarihi, Sivas’ın Karaöz Köyü’nden göç eden aileler tarafından kurulmasıyla başlamıştır. Köy, zamanla genişleyerek günümüzdeki demografik yapısına ulaşmıştır.
Tarihi ve Coğrafi Özellikler
Gökçam Köyü, Çorum il merkezine yaklaşık 50 km, Sungurlu ilçe merkezine ise 25 km uzaklıktadır. Rakımı yaklaşık 1000 metredir ve köy, Karadeniz iklimi etkisi altındadır; yazları serin, kışları ise soğuk ve kar yağışlı geçer.
Ekonomik Faaliyetler
Köy ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Tarımsal üretimde buğday, arpa ve meyve-sebze yetiştiriciliği önemli yer tutar. Hayvancılık faaliyetleri arasında ise küçükbaş hayvan yetiştiriciliği öne çıkmaktadır.
Nüfus ve Sosyal Yapı
Köydeki nüfus, zamanla göçler nedeniyle azalmıştır. 2023 yılı itibariyle köyde yaşayan nüfus yaklaşık 150 kişidir. Köyde ilköğretim okulu bulunmakta olup, sağlık hizmetleri için en yakın ilçe merkezi tercih edilmektedir.
Kültürel Özellikler
Gökçam Köyü, geleneksel Türk kültürünü yaşatan yapısıyla dikkat çeker. Geleneksel yemekler, düğünler ve diğer kültürel etkinlikler köyün sosyal yaşamında önemli bir yer tutar. Ayrıca her yıl düzenlenen yerel festivaller ve şenlikler, köyün kültürel hayatını canlandırmaktadır.
Gökçam Köyü, doğal güzellikleri, zengin tarım arazileri ve kültürel mirası ile dikkat çeken bir yerleşimdir. Hem ekonomik hem de sosyal yapısıyla bölgedeki önemli kırsal yerleşimlerden biri olma özelliğini taşır.
Köyün tarihi ile ilgili bilgiler yazılı kaynaklardan ziyade nesilden nesile söylenerek gelen şifahi kaynaklara dayanmaktadır.
Ama bilinen bir tarih vardır. Bu yazılıdır: “1242” bu tarih hicri tarihtir elbette. Bu tarih nereden çıktı? Bu tarih Molla Mehmet oğlu Hüseyin Hocanın babasının bir köşesinden çıktı. Yazıyı tespit eden Hüseyin Hoca’nın kendisidir. Bugünkü Miladi Takvime çevirdiğimiz zaman 1826 olur ki bu mantığa uygun bir tarihtir. Çünkü en genç yaşayan neslimiz yedinci nesildir. Tarihçilerin kabul ettiği ortalama her 25 seneye bir nesil koyarsak hesabı o tarihlere kadar ancak götürürüz.
Bu toprağa kazma vurduğumuz tarihi tespit ettikten sonra akla diğer sorular geliyor. Nereden geldik ve neden buralara geldik. Hem nereden hem neden hem de niçin bu toprağa geldiğimiz atalarımızdan bize anlatılarak gelen sözlü kaynaklardan mevcuttur. Sivas’ın Karaöz Köyünden geldiğimiz bilinmektedir.
Ama neden bu insanlar kurulu düzenlerini bozarak sonu bilinmeyen bir göç macerasını göze aldılar? Şunu çok kez duymuşsunuzdur: harmanda yabanlarını ekin çicine sokarak gelmişler diye. Bir insanın malından geçmesi, hele hele bütün sene çalışıp da tam ürününü evine koyacağı zaman her şeyinden vazgeçip bilinmeyen yere doğru yola düşmesi hiç de kolay anlaşılacak bir olay değildir. Bir insanın malından daha kıymetli olsa olsa canı olabilir. Demek ki ortada ciddi bir korku vardır. Bu korku can korkusudur.
Hüseyin hoca; bu korkunun eşkıya korkusu olduğunu yazar. Karaöz’ün yanı başında Kızılırmak üzerinde bir köprü varır. O zamanlar bu köprü önemli bir geçittir. Irmağın doğu ve batı yakasını birbirine bağlar.
Rivayete göre, atalarımızın bir kaçı ya da epeyce bir kısmı bu köprüden geçenlerden haraç almak ya da başka bir ifadeyle yol kesip soygun yapmak isterler. Soygun o zamanlar sık sık görülen olaylardır. Merkezi devlet gücünü ve ağırlığını çoktan yitirmiştir. Eşkıyalık bir geçim kaynağı ve itibarlı bir iştir. Karaöz de muhakkak ki eşkıyalardan nasibini alan bir köydür. Artık nasıl olduysa, onlara mı özenirler nedir böyle bir soygun işine bizimkiler de kalkışırlar. Tabi bu bir rivayettir. Bunu açıklığa kavuşturan bir belge yoktur.
Doğal olarak zamanın Sivas Valisi’ne olay ihbar edilir. Vali yol kesip, haraç olayına karışanları herhalde cezalandıracaktır. Bu tip olaylarda ceza son derece ağırdır. Ya kelleni alırlar ya da en kötü ücra yerlere sürgün vardır.
Sivas valisi ya da o günkü tabirle Sivas beylerbeyi olaya karışanları cezalandırmak için güç göndererek bu insanları Sivas’a getirtip cezalandıracaktır. Rivayete göre bu gelecek güvenlik kuvvetlerinin içlerinden birisi alevi ya da bu insanlara yakınlık duyan birisi olsa gerek Karaöze haber göndererek durumu bildirir. Böyle bir haberi duyar duymaz can korkusuyla düşerler yola. Elbette bu insanların hepsi de bu işin içinde olamaz ama demek ki bir kısmı bulaşmış olsa gerek. ya da rivayet edilen haraç işine karışanlar bu insanların güvendikleri önderleridir. İşte bu noktada ortaya atılan bir isim var. Esas adı veli olan Fahı (Fakı). Göğçama gelenleri peşine takıp getiren kişi.
Burada bir parantez açarak şunu da belirtelim. Bu günler hiç de huzur ve güven verici değildir. II. Mahmut’un yeniçeri ocağını ortadan kaldırdığı, yeniçeri ocağının Bektaşiliğe olan bağlarından dolayı birçok Bektaşi tekkesinin talan edildiği, bu tekkelerin postnişinlerinin ya öldürdüğü veya mahkûm edildiği, Alevilerin zaten olmayan huzurunun tamamen yok edildiği bir zamandır. Korku da bunun da etkisini olabileceği mümkündür.
Burada Hüseyin Hoca’nın yazılı notuna bir göz atalım. Bu adamlar üçe, hatta dörde bölünerek, bir kısmı Çorum’un Goltak Köyüne yerleşmişlerdir. Orada mal mülk edinmişler. Fakat daha sonra Karaöz’e geri gitmişlerdir. Diğer bir kısmı, Kuzsaray’a yerleşmişler. Ha bu yıl ha gelecek yıl geri gidelim diye diye gitmemişlerdir.
Bir kısmı, Körücek Köyü’ne yerleşmişlerdir. Bir kısmı da, Boğazköy de ki Aslan Emin Beyin himayesine sığınarak yurt istemişlerdir.
Hocanın notundan anlaşılacağı gibi en azından peşlerine takıldıkları dört liderleri veya kendilerini güvende hissettikleri dört önderleri var. Burada akla şu soru gelebilir. Acaba bu adamlar niçin hepsi birlikte aynı yere gelmediler. İşte bu soruya cevap vermek biraz zor. Fakat akla şu ihtimaller gelebilir. Ya farklı zamanda Karaöz’den ayrıldılar ya birbirlerini bu büyük kaçışta kaybettiler ya da kimlere sığınacakları konusunda aralarında ihtilafa düştüler.
Şu biliniyor ki, her ne kadar Goltak Köyü neredeydi bilemiyoruz ama Kuzsaray, Körücek ve Hüseyin hocanın notunda adı geçen Karacaören birbirlerine yakın yerdeler. Esasında iki ana kola ayrılmışlar diyebiliriz.
Atalarımızın nereden ve neden buraya geldiklerini tespit ettikten sonra, şimdi niçin burayı seçtiklerine cevap arayalım. Eskiden bir beyin bölgesinden diğer bir beyin bölgesine geçerek himayesine sığınanlar genelde takibata uğramazmış. Ama bizim dedelerimiz Boğazköy’deki beyleri neden seçtiler? Böyle bir soru akla gelebilir. Bu bir tesadüf müdür yoksa bildikleri bir şey mi vardır. Karaöz’den daha doğuya doğru baktığımız zaman bizlere büyüklerimiz tarafından zaman zaman söylenen daha önceki yurtları kabul edilen bir başka yerleşim yeri vardır. Burası Malatya toprağındaki Hekimhan’dır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra kurulan Malatya ve Maraş havalesinin egemeni Dulkadiroğulları Türkmenlerinin egemenliği vardır. Osmanlıların güçlenip de Anadolu Beyliklerini topraklarına kattıktan sonra da bu beylikler tamamen ortadan silinmiş değillerdir. Osmanlı yönetimi yine bunlara belirli imtiyazlar vermiştir. Hal böyle olunca Dulkadiroğullarının sınırlı da olsa imtiyazlı yaşamları devam eder. Dolayısıyla bizim atalarımız bu insanları bilirler. Belki bir noktada onların himayesindedirler. Boğazköy’deki aslan beylerle ne ilgisi var diyeceksiniz? İlgisi var, çünkü Aslan Bey Dulkadiroğulları soyundandır. Demek ki bu beylerin Boğazköy’deki varlığından haberleri vardır.
Bu görüşün ne kadar doğru veya yanlış olabileceğini kanıtlayacak bir belge yoktur ama akla yatkın gibi geliyor. Ya da tamamen tesadüftür. Artık öyle veya böyle bu insanlar bölgenin imtiyazlı hakimi olan Aslan Beye sığınarak yurt istiyorlar. Bey, önce bugünkü Yekbaş’ın (şimdiki adı Evren) altını göstererek gidin küçük Yekbaş’a konun diyor. Bizimkiler burasını pek beğenmiyor. Beyim; burası yol üstü. (Eski Yozgat yolu) biz yoldan kaçıyoruz. Bizi yoldan uzak bir yere ver diyorlar. O zaman gidin şu görünen Gôğçamların altına konun diyor. Bu dediği yer, bugünkü çamlık dediğimiz yerdir. O zaman burada beyin sürüleri yayılıyormuş. Bizimkiler oradan kalkıp çamların altına gelirler. O eski batan köy bağlarının alt başına, büyük pınar dedikleri çeşmenin yanına konuyorlar. Burası iyi yaylaymış diye de sevinirler. Bizimkiler buraya konunca daha yukarıda, bugün sulak dediğimiz yerde Kaymaz Köyü vardır. Bizim dedelerin buraya konuşu bunların rahatını ve huzurunu kaçırıyor. Hoşlarına gitmiyor. Muhacir geldi diye oradan kalkıp bugünkü yerlerine göçüyorlar. Bizimkiler her ne kadar büyük pınarın yanına konmuşlarsa da evlerini daha aşağıya düz bir yer olan eski yukarı köyü yapıyorlar. O zamanlar köyün içinden geçen bugünkü dere yoktur.
Bu ilk gelen insanlar yedi haneymiş. O devirlerin aile yapısı üç, dört nesli aynı çatı altında tutan daha geniş bir yapıdır. Bu insanlar daha sonra ayrılarak hane sayısı çoğalıyor. Ayrıca sonraları diğer yerlerden yeni gelenlerle artıyorlar. Bu son söylediğim konuyu açmadan önce daha gerilere giderek bu insanların evveliyatına kısaca bir göz atalım.
Yıkarı Hekimhan’ı diye bir yerden söz ettik. Niçin Hekimhan’ı? Bizim atalarımızın Karaöz’e gelmeden önce yaşadıkları yer Hekimhan’ı taraflarından Sivas vilayetine bağlı Gemerek kazasının Karaöz’üne yerleşmişlerdir.
1991 yılının ağustos ayında ben bu konuları sorup soruştururken Kamil Kağan torunu Hasan bana ilginç birtakım şeyler söyledi. Ankara’da daha önceki senelerde Sivas-Malatya havalisinde tapuculuk yaparken, bir arkadaşının vasıtasıyla bizim atalarımızın geldiği bölge kabul edilen Hekimhan’ı köylüleri ile tesadüfen bir bağlantı kurar. Gittiği köyün hangisi olduğu hatırımda kalmadı ama bu sözü edilen köye gider. Köyü ileri gelen Mollası kabul edilen zatla görüşür. Hasan derki: “Adam birbirine eklenmiş, açtığında odanın ortasını kaplayan bir kâğıt çıkardı. Yazı eski harflerle yazılı. Bu kâğıt bizim ecdat ile ilgili bilgilerle doluymuş. Nesilden nesile sürekli yaşayanlar yazılmış. Obadan göç edenlerin soyu orada noktalanmış. Karaöz’e göç edenler olduğunu biliyorlar” der.
Aşiretin adı Beydili aşiretidir. Beydili bir Oğuz TÜRKMEN aşiretidir. Ardahan’ın Çilçayır Yaylası’nda yaşarlarken kuraklık nedeniyle orayı terk etmişler. Çünkü bu insanların geçim kaynağı hayvancılıktır. Muş’a gelirler. Burada yerli halk ile geçinemezler. Alevi-Sünni davası olur. Buradan kalkıp Maraş’a gelirler. Pazarcık toprağında karar kılarlar. Her nedense buradan da göçerler. Ama bir kısmı burada kalır. Göçenler Malatya’nın Hekimhan’ı toprağında birkaç köy halinde yerleşirler. Bu köyler, Ardahan köyü (yeni adı Beykent), Çulhalı ve Basak köyleridir.
Karaöz’lü Ahmet Özerdem’de kitabında geçen Ardahan ve Basak köylerinin yanı sıra, Kelle Milleti olarak bilinen Saçılık’ların Güvenç Deresi’nden gelmişiz dedikleri rivayeti doğrulayarak ayrıca bu adı geçen köylerin dışında birde Güneç köyü ortaya çıkıyor. Bu da Ahmet Özerdem hocanın tespit ettiği diğer bir köydür.
Bunların yanı sıra tekrar Goğçam’a dönelim. Yukarıda ilk gelenlerin yedi hane olduğunu söylemiştik. Bu hane sahiplerini her ne kadar kesin bilen yoksa da Kasım Ağa (Kara Kasım) amcanın bilgisine başvurduğumda şunlar söyledi: “Yaşlılar, buraya ilk gelenler şunlardır” demişti. Bunlar: Kadir Hoca, Kolcu Kağa, Kürtoğlu, Keçelioğlu, Memed Kağa, Hayfar Goca, Biricik Goca, Kasım Ağa, Gocaoğlan, İbiş Ağa ve bunların peşinden omzundan sazı ile tek başına gelen Ali Kağa dır.
Bu yukarıya yazdığım sayı yediden fazla ama bunların bazıları aynı göbekten olsa gerek. Mesela Kadir Hoca ile Golcu Kağa’nın çok yakın akraba olduğu söylenirmiş. Yukarı köyün merkezinde evleri olan kabileleri ilk gelenler olarak kabul etmek hiçte yanıltıcı olmaz.
Daha sonraları yeni gelen göçlerle çoğalarak köyümüzün bugünkü demografik yapısı oluşur. Burada bir parantez açarak; Hüseyin Hoca’nın notuna dönelim yine: “Kerimler, Deli Kasımlar, İbili Gocalar, Zerk’ten Karacaören’e orada işledikleri vukuat dolayısıyla buraya gelmişler, Kara Kelleler Adana toprağında işledikleri fena ahlak dolayısıyla buraya gelmişler” (Karacaören, Körüceğin yanı başında olan bir köydür).
Köy ilk kurulduğunda arazileri pek yoktur. Civar köylerin tarlalarını satın ala ala bugünkü arazi yapısı gerçekleşir. Salman köylülerin, yukarı köydeki Keloğlan’ın evinin bulunduğu tepenin yamaçlarında ırgatlık ettiklerini yaşlılardan duymuşsunuzdur.
Köyümüzün bu topraklara bu şekilde yerleştiğini toparladıktan sonra yine köyle ilgili bölük pörçük diğer bilgileri de kısaca sıralayalım:
Köy ilkin Bektaşi değil de civar Alevi köyleri gibi Gacer’dir. Sonraları Bektaşi tekkesine bağlanırlar. Bu yüzden olacak ki civar Alevi köyleri bize dönek derler. İlk geldiklerinde köyün dedesi İbiş Ağa dır.
Yaşlıların seferberlik dedikleri Birinci Dünya Harbi ve onu takip eden Kurtuluş Harbi’nde köyden 90 kişi zayiat verilir. İlkin Çanakkale’ye giden 12 kişiden 10’u orada şehit olur. Bunlardan yalnız 23 kişi geri döner.: Ahık ve Necip. Bu iki kişide hastalıktan dolayı dönerler.
Bir kısmı Suriye ve Irak’ta şehit olur. Mesela Halil dedem (Kuzu Halil) Bağdat’ta şehit düşenlerden bir tanesidir. Bir kısmı hastalıktan zayi olur. Bu yıllarda köyde yaşlı erkek ve çocuklardan başka erkek kalmaz. Bir erkek nesli nerdeyse tamamen yok olur.
1927-1928 yıllarında iki sene üst üste kuraklık, kıtlık olur. Sulu tarlası olan bazı evlerin dışında diğerleri Körücek, Merzifon Ovası gidi yerlere göç ederler. 1929’da kuraklık geçer. Gidenler köye geri dönerler.
Köyün okulu ilk defa 1945-1946 ders yılında öğretime başlar. Okulu köylüler kendi imkânlarıyla yaparlar. İnşaat 1946 şubatında tamamlanır. Ders yılı başından beri odalarla sürdürülen eğitim şubat ayından itibaren yeni yerinde devam eder. Okulun ilk hocası Kadir (Saçın) Hoca’dır. O sıraların köy muhtarı Memed Kağa, nam-ı diğer Sarı Memed’dir.
1940’ların ilk yarısında Meclis’te Goğçam’ın yerinden sürülmesi konusu görüşülür. Gerekçe ise diğer komşu köylere karşı takındıkları saldırgan tutum ve verdikleri zarar-ziyan gösterilir.
1956 yılında köyün yeniden iskanı söz konusu olur. O zamanlar milletvekili olan Hasan Ali Vural’ın çalışma ve çabalarıyla şimdiki yerine yeniden kurulur. 1957’de temeller atılır. 1958 ‘de evler yapılır. 1959’da göçülür. Bu yılların muhtarı Eski Kağa namıyla bilinen, Ali Çavuş’un oğlu Memed Ali Kağa’dır.(Araştırmalarından dolayı Eniştem Ahmet SAPAZ’a teşekkür eder, başarılar dilerim.)Yazan:Ahmet SAPAZ