DÜNYEVİLEŞMEK: GEÇİCİ OLANA GÖNÜL VERMEK
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Bahreyn halkıyla bir barış antlaşması yapmış ve oraya bir elçi göndermişti. Bu elçi bir müddet sonra yüklü miktarda malla Medine’ye geri döndü. Ashâb-ı kirâm merakla elçinin ve getirdiği malların etrafında toplanmaya başladı. O esnada mescitten çıkan Allah Resûlü (s.a.s), durumu görünce önce gülümsedi, sonra şu uyarıda bulundu: “Sevinin ve sizi sevindirecek nimetleri bekleyin! Vallahi sizin için fakirlikten korkmam. Ancak ben, sizden önceki ümmetlerin önüne dünya nimetleri serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden, onların o dünya nimetleri için yanıp tutuştukları gibi sizin de yanıp tutuşmanızdan ve bunun onları helâk ettiği gibi sizleri de helâk etmesinden korkarım.” (Buhârî, Meğâzî, 12; Müslim, Zühd, 6.)
Yüce dinimiz İslâm, hayatımızın tamamını kuşatır. Rabbimizin emir ve yasakları, dünyada sırat-ı müstakime, ahirette ise cennete ulaşmamıza vesiledir. Buna rağmen bazen bizler, dünya meşgalesine dalar, dinimizin hayat veren ilkelerini göz ardı ederiz. Peygamberimizin rehberliğinden ve örnekliğinden uzaklaşır, İslam’ın hayatımıza anlam katan etkisini yavaş yavaş kaybederiz. Geçici olana meyleder, dünya-ahiret dengesini kaybeder, dünyevileşiriz. Dünyevileşmek; kişinin Allah’ı ve ahireti unutarak büyük bir hırsla dünyaya sarılmasıdır. Rabbine karşı sorumluluklarını ihmal etmesi, tamamıyla dünyaya yönelmesidir. Dinî inanç, değer ve davranışları hayatından uzaklaştırmasıdır. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya malına düşkün olmasıdır. Yüce Rabbimiz, insanın bu yanlış tutumu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.” (A’lâ, 87/16,17.)
Cenab-ı Hak bizleri bu fani dünyaya imtihan için göndermiştir. Müslüman elbette dünyası için çalışacaktır. Ama ahiretini de ihmal etmeyecektir. Her ne kadar asıl amaç ahiret yurdunu kazanmak olsa da dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak esastır. Yeter ki mümin, elde ettiği imkânların mahkûmu olmasın, imkânlarını Rabbimizin rızasına uygun bir şekilde kullansın. Nitekim Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah’ın sana verdiğinden O’nun yolunda harcayarak âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/77.)
Dünyevileşmenin bize verdiği zararların başında bilinçsiz tüketim gelmektedir. Dünyanın bir köşesinde insanlar yiyecek bir lokmaya bile muhtaçken, diğer bir köşesinde israf ve savurganlık had safhadadır. Maalesef, günümüz insanı mutluluğu tüketimde arar hale geldi. Çok ve pahalı tüketmekle mutlu olacağını zanneder oldu. Oysa aşırı ve dengesiz tüketim, insanî ve ahlakî değerlerimizi aşındırıyor. Bilinçsiz tüketim sebebiyle birçok insan, borç ve faiz batağında bocalıyor. Nice ailede huzursuzluk ve çaresizlik yaşanıyor. Hâlbuki Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) çağlar ötesinden insanlığı şöyle uyarmıştır: “Âdemoğlu ‘Malım, malım!’ der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve âhirette karşılığını almak üzere verdiğin sadakadan başka senin malın var mı ki?” (Müslim, Zühd, 3.)
İsrafı iktisada, hırsı kanaate, endişeyi tevekküle, bolluğu berekete dönüştürmenin yolu dünya ve ahiret arasında denge kurmaktır. Her iki hayatımıza da hak ettikleri oranda yatırım yapmaktır. O halde, dünya hayatının göz açıp kapayana kadar geçtiğini aklımızdan çıkarmayalım. Sonsuz olan ahiret hayatımız için hazırlık yapalım. Her işimizde ve davranışımızda gösterişten uzak, sade ve mütevazı olalım. Hutbemi Yüce Rabbimizin şu ayetiyle bitiriyorum: “Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın, o aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi kandırmasın.” (Fâtır, 35/5.)
Peygamberi En Güzel Anlatan Kadın: Ümmü Ma’bed (r.a.)
Mekke ile Medine arasında, kızgın kumlar üzerinde, kızgın güneşin altında küçük bir köy: Kudeyd… Yokluktan varlık devşirmeye çalışan, köyünün kenarına kurduğu çadırında çölden geçenlerin yiyecek-içecek ihtiyaçlarını karşılayan bir kadın: Ümmü Ma’bed…
Ümmü Ma’bed bilmiyordu ki yokluk varlığa, kıtlık bolluğa gebeydi. Hele ki kuraklığın bütün şiddetiyle kendisini gösterdiği bu günlerde o, bereketin kapısını çalacağını nerden bilebilirdi?
Ümmü Ma’bed, o gün her zamanki gibi açlıktan karınları çekilmiş haldeki koyunlarıyla birlikte çadırının dışında oturup nasibini beklemekteydi. Yine çok sıcaktı, sanki güneş, her geçen gün kendisini biraz daha fazla gösterme derdindeydi. Derken çölde birkaç gölge belirdi, çadırına doğru yönelmişlerdi. Onları karşılamak için kalktı, bu dört yolcudan hiçbirini tanımıyordu. Ancak kendisine doğru yaklaştıklarında, içlerinden biri hemen dikkatini çekti. Tertemiz görünümlü, aydınlık yüzlü bu kişiyi daha önce hiç görmemişti. Bu nasıl bir yüz, bu nasıl bir asaletti! Diğerleri arasında hemen fark edilmişti. Kendisine çok değer verildiği, etrafında pervane gibi dönen dostlarından belliydi. O bir şey söylediğinde can kulağıyla dinliyorlar ve derhal yerine getiriyorlardı. Tane tane, o kadar tatlı konuşuyordu ki… Tok sesiyle kelimeler ağzından adeta inciler gibi dökülüyordu. Konuştuğunda asil, sustuğunda ise vakur idi. Her hali bir başka güzeldi. Ümmü Ma’bed ona baktı, onu izledi, izledi, farkında olmadan her bir halini gözleriyle hafızasına nakşetti. Sonra yabancı, Ümmü Ma’bed’e doğru yöneldi. O anda Ümmü Ma’bed, onun gözlerindeki derinliği fark etti. Bu gözler acaba neler görmüştü? İnce, uzun kaşlarının altında iri ve sürmeli bir çift göz nelere şahit olmuştu da bakışları böylesine derinlik kazanmıştı? Başka bir âlemden olan bu bakışlar, Ümmü Ma’bed’e çok şeyler söyledi. Birden, yabancının “Süt var mı?” sorusuyla kendine geldi. Süt? Keşke ona süt ikram edebilseydi ama kıtlıktan dolayı yanında ne et ne süt ne de hurma vardı, çaresiz boynunu büktü. Yabancı, çadırın yanındaki çelimsiz koyunu sordu. Ümmü Ma’bed, şaşkınlıkla “O mu? Ama o, sürüden geri kalmış zayıf ve kısır bir koyun!” diyebildi. Yabancı dinlemedi, onu sağmak istediğini söyledi. Sağarken de dudaklarından “Allah’ım! Bu koyunu bereketli kıl!” sözleri işitildi. Bereket neydi, çölün ortasında kıtlık ve kuraklık zamanında bereket ne demekti? Ümmü Ma’bed, yabancının uzattığı sütü kana kana içtiğinde öğrendi ki bereket, adını bile bilmediği bu yabancının elinde idi. Orada bulunan herkes sütten dilediğince içtiğinde artık ayrılık vakti gelmişti. Ay yüzlü yabancı ve dostları Ümmü Ma’bed’e mübarek bir gün armağan etmişlerdi.
Ümmü Ma’bed, o günün adını “mübarek gün” koydu. Onun ömründe artık “mübarek adamın geldiği gün” işaretli idi. Ümmü Ma’bed’in takvimi, “mübarek adam gelmeden önce” ve “mübarek adam geldikten sonra” diye artık ikiye ayrılmıştı, o gün onun için artık bir milattı.
Eve gelip de süt dolu kabı gören eşi de şaşkınlığını gizleyemedi. Ümmü Ma’bed, ona etkisini hala üzerinde hissettiği mübarek bir zattan bahsetti. Eşi o anda durumu anladı ve onun Kureyş’in peşinde olduğu kişi olduğunu söyledi. Ümmü Ma’bed’den onu kendisine anlatmasını istedi.
Ümmü Ma’bed, o günden bugüne Allah Resûlü’nü en güzel tavsif eden kişi olarak bilindi. O, hicret yolculuğunda Allah Resûlü ve arkadaşlarını misafir etme bahtiyarlığını elde etmişti. İnsanlar, asırlardır onun anlattığı şekliyle “mübarek adamı” hafızalarına nakşetti. Yüzünde tatlı bir tebessüm ve gülen gözlerle Ümmü Mabed, “mübarek adamı” nesillere şöyle tasvir etti:
“O, tertemiz görünümlü ve latif birisiydi; yüzü aydınlıktı. Vücut yapısı güzeldi. Güler yüzlüydü. Ne şişman ne de zayıftı. Çok uzun boylu ve siyah değildi, beyaz tenliydi. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahipti. Ağırbaşlıydı. Gözlerinin siyahı ve beyazı belirgindi. Kirpikleri uzundu. Tok sesliydi. Gözleri iri ve sürmeliydi. Kaşları ince ve uzundu, bitişikti. Saçları simsiyahtı. Uzun boyunluydu. Gür sakallıydı. Sustuğunda vakur duruyordu. Konuştuğunda ise doğruluyordu, böylece bir asalet ortaya çıkardı. Tane tane konuşurdu. Konuşması o kadar tatlıydı ki kelimeler ağzından inciler gibi dökülüyordu. Konuşması net ve açıktı, ne uzatır ne de kısa keserdi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisiydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünümü vardı. Orta boyluydu; göze batacak ve rahatsız edecek kadar uzun ve kısa değildi. Öyle ki iki dalın arasındaki bir dal gibiydi. Orada bulunan üç kişi arasında en aydın yüzlü ve en kadri yüksek olanıydı. Etrafında pervane gibi dönen dostları vardı. O bir şey dediğinde kendisini dinliyorlar, bir şey emrettiğinde derhâl yerine getiriyorlardı. (Belli ki) İnsanların etrafını kuşattığı ve hizmet ettikleri biriydi. Onun yaptıkları da söyledikleri de boş ve anlamsız değildi.” (İbn Ebî Âsım, el-Âhâd ve’l-mesânî, V, 631; İbn Sa’d, Tabakât, I, 230-231; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, IV, 48, no: 3606; Hâkim, Müstedrek, III, 10, no: 4274; Süheylî, II, 235)
Diyanet Aylık dergi 2013
AYET-İ KERİME MEALİ
“Gecenin bir kısmında ona secde et; geceleyin de onu uzun uzadıya tespih et.”
İnsan 76/26.
HADİS-İ ŞERİF MEALİ
Peygamber (sav) her ramazan on gün itikâfa girerdi. Vefat ettiği senenin ramazanında yirmi gün itikâfa girdi.
(Buhârî, İtikâf 17)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
İtikaf nedir, nasıl uygulanır, kadınlar da itikaf yapabilir mi?
İtikaf, bir yerde bekleme, durma ve kendini orada hapsetme anlamına gelir. Dini bir terim olarak, akıllı, ergenlik çağına gelmiş bir Müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescitte ibadet/Allah’a yakınlık elde etme niyetiyle bir süre durması demektir. İtikafta bulunan kimse zaruri ihtiyaçlarından başka bir sebeple bulunduğu camiden çıkmaz. Yeme, içime ve uyuması camide olur. İtikaf sırasında cinsel ilişkide bulunulmaz. Kur’an’da “Siz mescitlerde itikafta iken kadınlara yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) buyrulmuştur. İtikaf sürecinin gündüzleri oruçlu geçirilir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in özellikle Ramazan içinde ve Ramazanın son on gününde itikaf yaptığını bildiren birçok hadis-i şerifler vardır (Buhari, İ’tikaf, 1; Müslim, İ’tikaf, 1-5). Yukarıda izah edildiği şekli ile itikaf erkeklere mahsustur. Kadınlar ise evlerinin namaz kılmak üzere belirledikleri bir yerinde itikafta bulunabilirler (Merğinani, el-Hidaye, İstanbul, I, 132). Şafii mezhebine göre ise, mescid dışında itikaf caiz değildir. Kadın kocasından izin alarak mescitte itikaf yapar. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.)’in eşlerinin mescidde itikafa girdikleri rivayet edilmiştir (Müslim, İ’tikaf, 6). Ramazan dışında İtikaf sırasında oruçlu bulunmak da şart değildir. (Şirazi, el-Mühezzeb, Beyrut, I, 190)
GÜNÜN DUASI
Allah’ım! Senden şanımı yükseltmeni, günahlarımı silmeni, işlerimi ıslah etmeni, kalbimi temizlemeni, iffetimi korumanı, kalbimi nurlandırmanı, günahımı bağışlamanı ve cennette yüksek dereceler istiyorum. (Hâkim, De’avât, No:1911)