Gazeteci-yazar Nil Gülsüm'ün "Net Duruş-15 Temmuz Röportajları" isimli kitabı piyasaya çıktı. Kitapta FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım arasında geçen telefon görüşmesinin detayları yer alıyor.
Gazeteci-yazar Nil Gülsüm'ün "Net Duruş-15 Temmuz Röportajları" isimli kitabı Profil Kitap tarafından yayımlandı. Gülsüm, kitabında TBMM Başkanı İsmail Karaman, Başbakan Binali Yıldırım, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, TRT Genel Müdürü İbrahim Eren, Sinan Akçıl, MHP Genel Başkan Yardımcısı Edip Semih Yalçın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Fatma Betül Sayan Kaya, Kenan Sofuoğlu, Yavuz Donat, AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Prof. Dr. Şenol Durgun, Prof. Dr. Vedat Bilgin, Gazeteci Abdulkadir Selvi, Nedim Şener, Hülya Koçyiğit, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Ayşen Gürcan, AK Parti Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Prof. Dr. Birol Akgün, MEB Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf Tekin, AK Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş, Başbakan Yardımcısı Fikri Işık, Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, AK Parti İstanbul Milletvekili Erkan Kandemir, SETA İstanbul İl Koordinatörü Doç. Dr. Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Özlem Zengin, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Doç. Dr. Hüseyin Yayman, TÜRGEV Başkanı Arzu Akalın, MÜSİAD eski Başkanı Nail Opak, Prof. Dr. Erol Göka, MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, gazi Abdullah İrgin, gazi Rasim Kırçiçek ve gazi Merve Nur Polat ile yapılan özel röportajlara yer verirken, 15 Temmuz darbe girişimine her yönüyle mercek tutuyor. Kitapta FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesini ilk defa anlatan Başbakan Binali Yıldırım, süreç hakkında önemli değerlendirmeler yapıyor. Nil Gülsüm'ün sorularını cevaplandıran Başbakan Yıldırım, o gece yaşadıklarını tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Nil Gülsüm'ün kitabında yer alan Başbakan Yıldırım söyleşisi şöyle:
"-15 Temmuz gecesi, Türkiye'nin en meş'um hadiselerine tanıklık etmiş bir gece olarak tarihteki yerini aldı. O gece, darbe girişimini nasıl haber aldınız ve ilk tepkiniz ne oldu?
"Biz o gün İstanbul'da Dolmabahçe ofisindeydik. Ofisten çıktık, Tuzla'daki evime doğru ilerlemeye başladık. Köprüyü geçtikten beş dakika sonra "Köprü trafiğini kestiler" dediler. "Ne diyorsunuz, kim nereyi kesiyor" dedim. "Darbe oluyormuş, askerler köprüyü kapattı" dediler. "Ne darbesi, dönün geri" dedim. Bizim korumalar, "Efendim gidemeyiz, ne olduğunu anlayalım" dediler. Ben ısrar ettim onlar ısrar ettiler; neticede geriye dönmedik, eve doğru devam ettik. Eve vardığımızda olay başlayalı 15-20 dakika olmuştu. Ne olduğunu anlamak için bazı yerlere telefon ettim. Önce Genelkurmay Başkanını aradım; telefonu çalıyor, cevap vermiyordu. İçişleri Bakanını aradım, telefonu kapalıydı. MİT Müsteşarını aradım, ona da ulaşamadım. Bu duruma biraz canım sıkıldı. Sonra İstanbul Valisini aradım, yaşanan gelişmeleri aktardı. Döndüm Ankara Valisini aradım. O da İstanbul Valisine benzer bilgiler anlattı. Darbecilerin Genelkurmay'ın önüne doğru geldiklerini aktardı. Valilerin ikisine de, "Hazırlığınızı yapın her türlü karşı koyacaksınız. Bu yasa dışı kalkışmaya ucunda ölüm de olsa katiyen izin vermeyeceğiz" dedim. Sonra Cumhurbaşkanımızı aradım."
- Siz, Sayın Cumhurbaşkanı ile uzun bir yol arkadaşlığına sahipsiniz. Kendisiyle aranızda o gece nasıl bir diyalog geçti?
"Cumhurbaşkanımızı aradığımda zannediyorum saat 22.30 sularıydı. Bir durum değerlendirmesi yaptık. Tabi bire bir değil ama içerik olarak konuşmamız şu şekildeydi; "Belli ki bu FETÖ'cülerin bir kalkışması. Silahlı Kuvvetlerin kendi kurumsal kimliğiyle yaptığı bir iş değil, ben öyle anladım" dedim. Olayın yapılış şekli, sahaya çıkan araçlardan anladığım buydu. "Karşı koyacağız" dedik. Karşı koymak konusunda ikimizin de kanaati aynıydı. "Bu kepazeliğe izin veremeyiz gereken neyse yapacağız, ucunda ölüm de olsa buna izin vermeyiz. Anayasayı askıya aldırmayız, demokrasiyi koruruz" dedik. Çünkü vatandaş emaneti bize vermişti. Vatandaşın emanetini başkası gelip zorla alırsa, biz de buna göz yumarsak vatandaşa ne diyeceğiz? Milleti sokağa çağıralım, millet meydanlara insin. Baktım aynı kararlılık daha fazlasıyla Cumhurbaşkanımızda var, "Siz kendinize dikkat edin, oraya da gelebilirler. Ben de bunun hazırlıklarını yapayım" dedim. Cumhurbaşkanımız İstanbul'a gelmeye kararlıydı. Konuşurken de bir yandan helikopter sesleri geliyordu."
- 15 Temmuz gecesi, darbe girişimi netleştiği anda yaptığınız ilk açıklamada yaşananın bir kalkışma olduğunu ve bastırılacağını kararlılıkla dile getirdiniz. Bu kararlılığın ve inancın temelinde ne yatmaktaydı?
"Bütün bu bilgileri aldıktan sonra bu açıklamayı yapmaya karar verdim. Rastgele bir açıklama değildi. Bir grubun kalkışması olduğundan emin olarak bunu söyledim. "Milletimiz rahat olsun, gereğini yapacağız" diye açıklamamızı yaptık. Bu arada Teşkilat ve Gençlik Kolları başkanlarımı aradım, "İl teşkilatları ilde, ilçe teşkilatları ilçelerde toplansın. Herkes hazır olsun" dedim. Cumhurbaşkanımız, vatandaşlarımızı meydanlara çağırdığında teşkilatlarımız hazır bekliyordu. Bu çağrı ile birlikte de insanlar kalkışma olan yerlere doğru hareket ettiler. Teşkilatı organize ederken de çeşitli kanallara bağlanarak aynı mesajları vurguladım. Daha sonra Genelkurmay Başkanı şöyle bir şey paylaştı benimle, "Açıklamanızdan sonra darbeyi yöneten dört general çok demoralize oldu. Kimyaları bozuldu ve sağa sola "vurun" diye emirler yağdırdılar" dedi. 3. Ordu Komutanını aradığımda da "Efendim sizin o açıklamanızdan sonra bu kalkışmanın Silahlı Kuvvetlerin emir komutası içinde olmadığına karar verdik. O ana kadar tersini düşünüyorduk. Bize gelen yazılarda her şey muntazam görünüyordu" dedi. O açıklamadan sonra "Bu sahte emirdir. Bunları dikkate almayın, hiç kimse yerinden çıkmasın" diye yazılar yazmışlar."
- "Kalkışma" teşhisini koydunuz sonrasında neler yaptınız?
"Bunun adını koyduk, kararını verdik ama üstesinden nasıl geleceğiz? Bununla ilgili çalışmaya başladım. Bu çalışmayı yaparken korumalar, "Efendim burayı terk etmemiz lazım, tanklar 300 metre kadar yakınımıza kadar geldi. Buraya geliyorlar" dediler. "Geliyorlarsa gelsinler" dedim. "Efendim sizin güvenliğinizde önemli o yüzden çıkalım" denilince arabaya bindik. Hakikaten de yola çıktığımızda bunlarla karşılaştık. Orada bizi durdular. Ama yola çıkmadan önce bizim arkadaşlar tedbir almışlardı. Sivil plakalarla fazla da değil, üç araba alarak yola çıkmıştık. Sanki vatandaş gidiyormuş gibi ilerliyorduk. Bir müddet 150-200 metre kadar beraber gittik. Biraz ilerledikten sonra Gebze tarafına doğru yol ayrılıyor, şerit sayısı artıyordu. Şerit sayısı artınca biz bunları geçip gittik. Onlar Sabiha Gökçen Havalimanı yönüne, biz de İzmit-Gebze yönüne gittik. Yolda ilerlerken İstanbul ve Ankara ile görüşmeler yapıyordum. Tanıdığım bazı komutanlar vardı, onlarla irtibata geçtim. Diyarbakır, Malatya, Van ile konuştum. Eskişehir ile temas kurmaya çalıştım. 1. Ordu Komutanı ile konuştum. Onun da bizimle aynı düşüncede olduğunu gördüm. "O zaman siz valinin yanına geçin. Oradan İstanbul'u birlikte idare edin" dedim. Bir yandan da halkın direnci ortaya çıkmaya başladı. Onlar da bu direnci görünce daha da kontrolden çıktılar, rastgele ateş ettiler. Maalesef şehitlerimiz, gazilerimiz oldu. Bir yandan da helikopterlerle alçak uçuşlar yapılıyor. Arayıp "Ne yapalım, bunu kesmemiz lazım" diye soruyorlar. Biz de bunu durdurmak için bazı yerleri arıyoruz ancak muhatap bulamıyoruz. Hava Kuvvetleri ile zaten temas kuramıyoruz. Bizim arkadaşlardan biri, "Eskişehir'de tuğgeneral bir arkadaşımız var, onu arayalım" dedi. Bunu söyleyen arkadaş numarayı aradı, karşı taraf da bir iki yere bağladı ama baktım oradakiler bizi oyalıyor."
- Nasıl oyalıyorlardı?
"Şöyle oyalıyorlar; "Efendim uçaklar yok, olanlar da mühimmat yüklü değil. Ben onlara, "İstanbul'da, Ankara'da sorti yapan uçakları, helikopterleri uçak kaldırarak uzaklaştırın" diyorum. Onlar, "Efendim uçaklar yüklü değil" diyor. "Yükleyin" diyorum, "Efendim 2, 2.5 saat sürer" diyorlar. Bandırma'da yok, Diyarbakır'dakiler darbecilerin emrine girmiş. Diyarbakır'dakilerin darbecilerin emrine girdiğini öğrenince Diyarbakır Başsavcısını aradım, "Oradaki herkesi tutukla, hiçbir uçak oradan kalkmayacak" dedim. Başsavcı yanına val'yi, polisi aldı 80 tane pilotu, askeri tutukladı. Tabi bu olayın öncesinden üç tane uçak kaldırmışlar."
- Daha sonra neler oldu?
"Van'da Asayiş Bölge Komutanı olan İsmail Metin Temel var. Onu aradım, o yapıyı biliyor. Onunla bu işin nere kaynaklı olduğunu, nereden geldiğini ve işin boyutunu değerlendirdik. Eskişehir'deki kişiyle tekrar temas kurduk. Tabi her seferinde başkası çıkıyordu. Bizi aradığımız kişiye bağlamıyorlar, başkasına bağlıyorlardı. Neticede bağlantı kurulunca ben o kişiye, "Bak kardeşim, şu işi hallet" dedim. O kişi en sonunda, "Efendim yazılı emir verin" dedi. Bu sözü söyleyince tepem attı. "Bu konuştuklarım yazılı emir, telefonda kaydediliyor. Eğer benim bu dediklerimi yapmazsan sabaha ben sana yazılı emri gösteririm" dedim. "Peki efendim" diyerek telefonu kapattı. Bu görüşmeden sonra Erzurum'a talimat vermiş. Bunu bana aktarırken "Efendim yüklemesi iki saat, gelmesi şu kadar" diyor. "Yani ne demek istiyorsun saat kaçta gelir" dedim. "Üç-üç buçuktan önce burada olmaz" dedi. "Tamam gelsin" dedim. Neticede üç buçukta geldi. Bu defa da "Efendim risk var, bunlar çekilmiyorlar" dedi. Ben de, "Çekilmiyorlarsa vurun. Adamlar insanları gözlerini kırpmadan öldürüyor, onu da ben mi öğreteceğim. Nasıl uzaklaştırırsanız uzaklaştırın. Bu da sizin işiniz" dedim. Neyse karşı tarafı baskıladılar ve onlar da böylece çekildiler. Bir tane uçak da İstanbul'a gönderdik. Daha sonra bana anlattılar, bu hamle epey etkili olmuş. Hava Kuvvetleri Komutanı bırakıldıktan sonra geldi. "Geçmiş olsun" dedim, "Sayenizde kurtulduk efendim. Siz o uçakları gönderip baskılatmasaydınız bitmişti bu iş" dedi. Yine o gece Jandarma Bölge komutanını aradım, "Nerede hareket var" diye sorduğumda Külliyenin karşısında Jandarma Genel Komutanlığında olduğunu söylediler. "Girin hepsini vurun" dedim. Toplamda 36 darbeci ölü ele geçirildi, 18 tanesi de buradan oldu. Bu arada Cumhurbaşkanımız İstanbul'a gelmiş, basın açıklaması yapmıştı. Vali ile ve 1. Kolordu Komutanı ile değerlendirmelerde bulunmuştu. Sonra saat dört buçuk-beş sularında telefonda konuştuk. Tabi saatler oynayabilir, kayıtlı bunlar ama şuan birebir emin değilim. Cumhurbaşkanımızla "Genelkurmay Başkanı yok, Ordu başsız ne yapalım" diye konuştuk ve"1. Kolordu Komutanını vekaleten atayalım" diye karar aldık. Sonra ben bunun duyurusunu yaptım. Bu duyuruyu yaptım beş dakika sonra, "Genelkurmay Başkanı arıyor" dediler. "Bağlayın" dedim; bana,"Efendim beni bıraktılar, ne yapayım" dedi. Ben de, "Neredesin" diye sordum, Akıncı Üssü'nde olduğunu, operasyonun da oradan yürütüldüğü söyledi. "Ben sana bir helikopter göndereyim, Başbakanlığa gel" dedim. "Tamam" dedi. Daha biz helikopter göndermeden oradan bir helikopterle Başbakanlığa geldi."
- Siz bu esnada hala yoldasınız değil mi?
"Ben o esnada Çankırı civarındayım. Çankırı Ilgaz'da Kaymakam'ın evine doğru giderken ateş ettiler. Bizimkiler geri manevra yaptı ve oradan böylece çıktık. Sonra Ilgaz'a kasabaya geldik. Genelkurmay Başkanı beni aradı, geldiğini söyledi, ona gerekli şeyleri söyledik ve karayolu ile Ankara'ya devam ettik. Ankara'ya geldiğimizde aşağı yukarı 11 civarıydı. Biz geldiğimizde Akıncılarda faaliyet hala devam ediyordu, işi bırakmış değillerdi. Bu kez "Akıncıları bombalayın. Pistleri bombalayın, hiç bir uçak kalkamasın" dedim. Buna da uzun boylu ayak dirediler, Cumhurbaşkanımızla durumu değerlendirdik ve sonunda bombalattık. Pisti bombalatınca Özel Kuvvetleri gönderdik. Onlar da herkesi teker teker aldılar. Sonra Cumhurbaşkanımızla konuştuk, durum değerlendirmesi yaptık. Zaten ağırlıklı olarak sorun İstanbul ve Ankara'daydı."
- Darbe mağlup edildikten sonra Meclis'in önünde halkla iç içe bir halde çok duygusal bir konuşma yaptınız. O anki hislerinizi paylaşabilir misiniz?
"Bir hazırlıkla yapılan konuşma değildi, o anda yaşadığım duyguları aktardım. İnsanlar zaten çok büyük bir travma yaşıyorlardı, o anki hissiyatımla bir kaç cümle söyledim. Zaten ondan önce "darbe püskürtülmüştür" diye ayrıca açıklamam olmuştu."
- Halet-i ruhiyeniz neydi gece boyunca? Endişe hissettiniz mi, umudunuzu kaybettiniz mi?
"Bu hain kalkışmadan bir olumsuzluk çıkacağına dair en ufak bir tereddüdüm olmadı, insicamım hiç bozulmadı. Adım adım "önce şu yapılsın, o tamamlanınca bu yapılsın" şeklinde planlı programlı hareket ettik. Özetle şunu söyleyebilirim; bunun üstesinden geleceğimiz konusunda zerre kadar endişe duymadım. "Bunu hallederiz. Bu çok ahmakça bir iş, bunun altında kalmayız. Bunları yaptıklarına pişman ederiz" diye düşündüm. O kararı verdikten sonra da bu yola girdik. Her şey olabilirdi, bizim elimizde hiç bir şey yok onların elinde de her şey var. Ama bu kalkışma vatandaşı motive etti. Zaten Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla ortalık iyice hareketlendi."
- Sizin açıklamanız, Cumhurbaşkanımızın meydanlara çağrısı. Milletin meydanlara çıkacağına inancınız tamdı. Siz millete güveniyordunuz, millet de size güveniyordu...
"Bu büyük bir risk tabi. Bunda karşılık da bulamayabilirdik. Ancak mesele vatan olunca karşılık bulacağımıza inandık. Cumhurbaşkanımız da bundan emindi, biz de emindik. İnsanoğlunun karşısında hiç bir silah etkili olmaz. Nitekim insanlar meydanlara inince oyun bozuldu. Bunların planları, kimyaları alt üst oldu."
- O gece muhalefetten kimler aradı?
"Sayın Bahçeli, Sayın Kılıçdaroğlu, hatta Doğu Perinçek de aradı. "Biz de sizlerle birlikteyiz" dediler. Kılıçdaroğlu'na, "O zaman partililerine söyle meydanlara insinler" dedim. O da cevaben, "İyi de bunların güvenliğini kim sağlayacak" dedi. "Güvenlik konuşulacak zaman mı, milletin geleceğini kurtarmaya çalışıyoruz" dedim."
- Türkiye'nin ve siyasetimizin 15 Temmuz gecesinden ve devamında yaşananlardan öğreneceği husus nedir sizce? Demokrasi tarihimizde nasıl yer bulacak bu direniş?
"Bunun Türkiye siyasi tarihinde bir ilk olmasını bırakın, dünya demokrasi tarihinde de pek örneği yok. Onun için Avrupa ülkeleri ilk bir kaç gün tepki koyamadılar. Herhalde bazıları bu işin bittiğine çok emindiler. Hakkını yememek lazım İngiltere çok hızlı tepki verdi, "Bu bir darbedir, kabul edilemez. Türk hükümetinin yanındayız" tarzında açıklamaları oldu. Trump da o dönem kampanya dönemindeydi, o da bu kalkışmaya karşı tavır koydu."
- 15 Temmuz gecesi, Türkiye darbeye karşı tek yürek ve kelimenin her anlamıyla tek bilek oldu. Her kesimden insanın demokrasiyi sahiplenişini gördük. Bu konuda neler söylersiniz?
"Orada parti ve ideoloji olayı yoktu. Meydanlarda ülkeye sahip çıkan herkes vardı. İnsanlar meseleyi bir memleket ve beka meselesi olarak gördü. Sonradan meydanlara çıkanların değerlendirmesine bakınca topluluğun yüzde ellisi kadın, yüzde ellisinin erkek olduğunu gördük. Kadınlar evde dursun erkekler çıksın diye bir yaklaşım da yoktu. Kadın-erkek herkes çıkmıştı meydanlara. Allah bir daha milletimizi böyle bir olayla imtihan etmesin. Böyle asil bir milletimiz olduğu için Rabbime çok şükrettim. Hala o heyecanı yaşıyorum. (Gözleri doluyor) Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşu, hükümet olarak bizim kararlılığımız, milletimizin kahramanlığı bu belayı def etmek için elimizdeki önemli imkanlardı."
- Neden Ankara'ya gitme kararı aldınız peki?
"Bunu Cumhurbaşkanımızla da istişare ettik. O İstanbul'a gelecekti, ben de Ankara'ya gideyim dedim. Cumhurbaşkanımız da "tamam" dedi. Ben "işin beyni Ankara" diye düşündüm. Tehlike İstanbul ve Ankara'daydı. İstanbul'a Cumhurbaşkanımız geleceği için "Nasılsa orayı Cumhurbaşkanımız yönetecek, ben de Ankara'ya geçeyim" dedim."
- Bu kalkışma esnasında aileniz aklınıza geldi mi? Ailenizle yaşanan bir diyalog oldu mu?
"O gece zerre kadar moral bozukluğu içinde olmadım. Hanım sabaha kadar benimle beraberdi. Bir tek torunumun söylediğinden çok etkilendim. Bunu her anlattığımda gözlerim doluyor, "Dede bu askerler bizim askerlerimiz değil mi. Niye insanları öldürüyorlar" dedi. O an hiç cevap veremedim. İş bittikten sonra da, "İşte şimdi o sorunun cevabını verdik" dedim."
Başbakan Binali Yıldırım, röportaj sırasında iki torunu arasında geçen bir diyaloğu da cep telefonunda gösterdi. Yıldım'ın gözünden yaşlar süzülerek gösterdiği torunlarının diyaloğu ise şöyle:
"- Kötü adamlar bizim Türkiyemizi yıkmak istiyorlar. Ama sonunda iyi adamlar onlar ile savaştılar. Sen de o iyi adamlar gibi savaşsaydın yorulur muydun, yorulmaz mıydın? Savaşmak ne demektir söyleyeyim mi; çok yorulmak demektir. Hani sen bazen benim saçımı çekiyorsun ya... İşte savaşırken büyüklerin canı da çok acıyor ama acıdığını söylemiyorlar. Ağlaması da geliyor ama ağlamıyor. Sen savaşırken yorulur muydun, ağlar mıydın? "
- Ağlardım. Bizim güçlerimiz yok Ali, kılıçlarımız yok. Annem ellerinden geleni yapıyor, dedem de ellerinden geleni yapıyor. Aslında sen dedeme teşekkür et. Çünkü o bizi korumaya çalışıyor. Her zaman çalışıyor, yoruluyor. Bize şeker, dondurma, tatlı veriyor. Biz ona sadece yemek veriyoruz."
İHA