HELAL HARAM DUYARLILIĞI
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı kerimde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! İçki ve benzeri şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide, 5/90.)
Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Helâl de bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında birtakım şüpheli hususlar vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur…” (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.)
Yüce Rabbimiz, insanı en değerli varlık olarak yaratmıştır. Tertemiz fıtratını korumak ve ebedi kurtuluşa ulaşmasını sağlamak için ona bazı sınırlar çizmiştir. Hayatımız boyunca riayet etmemiz gereken bu sınırlara helal ve haram diyoruz.
Helal, yaratılışın gaye ve hikmetine uygun olan güzelliklerdir. Haram ise, mükerrem olarak yaratılan insanın onur ve haysiyetini zedeleyen, ona zarar veren çirkinliklerdir. Helal, Allah’ın rızasına uygun söz, tutum ve davranışlardır. Haram ise Rabbimizin gazabına ve insanların kınamasına neden olacak kötülüklerdir.
Helali gözetmek, Allah’a imanın yani O’na verdiğimiz kulluk sözüne sadakatin göstergesidir. Harama bulaşmak ise bu sözü göz ardı etmektir. Helalin peşinde koşmak, insana yaraşır, nezih ve şerefli bir hayat yaşama gayretidir. Harama dalmak ise zihni ve gönlü bulandırma; heva ve hevesin, arzu ve isteklerin esiri olma halidir.
İnsan, helale ne kadar yaklaşırsa huzura da o kadar yaklaşır. Harama doğru yürümenin sonu ise pişmanlık ve mutsuzluktur. Helâl-haram duyarlılığını yitirerek israf edilmiş bir ömrün akıbeti hüsrandır.
Dinimizde hiç kimsenin kendi arzusuna göre helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına iman eden, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in kutlu yolundan yürüyen her mümin, helal-haram duyarlılığına sahip olmak zorundadır. Mümin, imanının gereği olarak Rabbini seven, sınırlarını bilen, kendini tanıyan insandır. O, vicdan ve merhametini yitirerek hiçbir canı incitemez. Duyarsız, hürmetsiz ve iffetsiz davranarak kendisinin ve başkasının haysiyetini çiğneyemez.
Mümin, şu geçici dünyada sayılı nefeslerini falcılık, kumar, şans oyunları, faiz, rüşvet, tefecilik, hırsızlık gibi haksız kazançlarla tüketemez. Allah’ın kendisine emanet verdiği bedenini alkollü içki ve uyuşturucu maddelerle zehirleyemez. Helal olmayan yiyecek ve içeceklerle sağlığına yazık edemez.
Mümin öyle bir insandır ki; yetim malına el uzatamaz. Kul ve kamu hakkına giremez. Eş ve çocuklarına, anne ve babasına, komşu ve akrabasına kötü muamelede bulunamaz. Yalan, yalancı şahitlik, iftira ve kötü sözlerle dilini kirletemez. Emanete asla ihanet edemez, verdiği sözden dönemez. Fitne ve fesat peşinde koşamaz, bozgunculuk yapamaz.
Müminler olarak, helal ve haram sınırları karşısındaki tutumumuza bakalım. Her birimiz, şu soruları kendimize soralım: Helal-haram duyarlılığı çerçevesinde bir hayat mı yaşıyoruz? Yoksa bir idrak tutulması içinde miyiz? Günahı umursamayarak, haramdan kaçınmayarak dünya ve ahiret mutluluğumuzu tehlikeye mi atıyoruz? Yoksa gönülden bir tövbe ile bir daha geri dönmemek üzere yanlışlarımızı terk edebiliyor muyuz?
Unutmayalım ki; mümine yaraşan, helale ve harama karşı uyanık olmaktır. İnsan hata yapabilir. Ama hata edenlerin en ferasetlileri, en kısa zamanda hatadan dönen ve tövbe edenlerdir.
Bugünkü yazımızı Peygamberimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitirelim inşallah: “Allah’ım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi benimle günahlarımın arasını da uzaklaştır! Allah’ım! Beyaz elbisenin kirden arınması gibi beni de günahlarımdan arındır!” (Buhârî, Ezân, 89. )
SAHABE HATIRALARI
İSLAMIN İLK OKÇUSU; Hz. SA’D İBN-İ EBİ VAKKAS (R.a.)
Buhari, Sahih’inin metninde Hz. Sa’d’ın (ra) Benu Zühre’den olduğunu, Benu Zühre’nin de Rasulullah’ın (sav) dayıları bulunduğunu kaydeder. Çünkü Rasulullah’ın (sav) validesi Hz. Âmine, Benu Zühre’dendi. Sa’d b. Ebi Vakkas (ra), Malik b. Vuheyb (yahut Uheyb) b. Abdimenaf b. Zühre’nin babası Ebu Vakkas Malik, Efendimizin (sav) anneleriyle amca çocukları olurlar ki, bu surette Hz. Sa’d (ra) Peygamber Efendimizin (sav) dayı çocuklarından biri olmuş olur. Hz. Ebu Vakkas’ın (ra) asıl adı Malik b. Vehb’tir. Kilab b. Mürre’de Hz. Peygamberin (sav) nesep silsilesiyle birleşir. Hz. Sa’d (ra), Aşere-i Mübeşşere’dendir. İslâm’a ilk girenlerin yedincisidir.
Buhari, Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas’tan (ra): “Ben, Allah yolunda ok atmış olan Arap mücahitlerin muhakkak ki birincisiyim” dediğini rivayet ediyor. Bütün inkılaplarda, bütün içtimai hareketlerde ilk faaliyet, sahibi namına tarihin kaydettiği yüksek bir şereftir. Bu ilk okun nerede ve ne zaman atıldığına gelince: Medine’ye hicretin birinci yılında Hz. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Ubeyde b. Haris kumandası altında Muhacirlerden 60 kişilik bir süvari müfrezesi tertip edilmişti. Bu mücahitler içinde Hz. Sa’d da (ra) bulunuyordu. Bu seriyye Rağib (Medine ile Mekke arasında Kızıldeniz’e yakın bir) vadisine gönderilmişti. Ebu Süfyan idaresinde Şam’dan gelmekte olan bir kervan vurulacaktı. Bu harp, Müslümanları dâr ve diyarından uzaklaştıran Kureyş ile Müslümanların ilk temasıydı. Rasulullah (sav) bu müfrezeye bir bayrak ta vermişti ki, bu da Müslümanların ilk bayrağı oluyordu. Hz. Ubeyde (ra), Ebu Süfyan ile karşılaştığında ilk oku Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas (ra) atmıştı ki bu, İslâm şeref ve şehametini ilâ eden (İslâm’ın şeref ve kahramanlığını yükselten), İslâm tarihi harp ve cihadının ilk okuydu.
Hz. Sa’d (ra), Peygamber Efendimizin (sav) pek sevgilisiydi. Biraz müddet huzur-u hümayunlarından kaybolsa: “Hani benim sabîhim ( şirin), melihim (güzel), fasihim (güzel konuşan) göremiyorum” diye kendisini ararlardı. Peygamber Efendimizin (sav) Hz. Sa’d (ra) ile iftihar buyurdukları da vardı:
“İşte benim dayım Sa’d. Böyle bir dayısını bana gösterebilecek varsa göstersin” buyurmuşlardır.
Hz. Sa’d (ra), bütün gazevatı Nebeviye’ye iştirak etmiş (Peygamberimizin (sav) bütün savaşlarına katılmış) mücahitlerden, İslâm fetihlerini genişletmiş komutanlardan biridir. Bununla birlikte hizmetlerinden belki hiç biri Uhud’daki hizmetine denk gelmez. O günün en buhranlı ve ketibe-i İslâm’ın (İslâm askerî birliğinin) dağılıp perişan olduğu anlarda Peygamber Efendimizin (sav) önünde oturup hem vücudunu Peygamber Efendimizin (sav) vücuduna siper etmiş hem de sayısı bilinmeyecek kadar okları düşmana savurup ettiklerini kendilerine çok pahalıya mal etmiştir. Bir yandan siham-ı intikamı (intikam okların) müşriklere doğru o tevcih ederken bir yandan da Peygamber Efendimiz (sav): “Durma, at. Anam babam sana feda olsun” buyurup muttasıl (peş peşe) atacak ok yetiştirirlermiş. Aralıkta Hz. Sa’d’e (ra) temrensiz (ucu demirsiz) oklar da verip “at” buyurdukları vaki olurmuş.
Doğru tespitlere göre vefatı hicri 55 yılındadır. On yedi yaşında ve davetin ilk zamanında iman ettiğine göre yaşı 80 ila 85 arasındaydı. Vefatından önce saklamış olduğu cübbesini istemiş ve “Beni bununla kefenleyiniz, zira Bedir’de sırtımda bu cübbe varken müşriklere karşı yürümüştüm. Onu bugün için saklıyordum” demiş. Aşere-i Mübeşşere içinde en son vefat eden Hz. Sa’d’dır (ra).
(Kaynakça: Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi-C/2 ve 9)
Derleyen
Zekeriya GENÇ
Sakarya Müftülüğü-VHKİ
AYET-İ KERİME MEALİ
“Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.” Bakara 2/219.
HADİS-İ ŞERİF MEALİ
Hz. Esma dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Kesenin ağzını sıkma! (cimri davranma) Allah da sana sıkarak verir!” (Buhârî, Zekat 21; Müslim Zekat 88)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
Temel ihtiyaçlar için biriktirilen para zekâta tabi midir?
Asli/temel ihtiyaçlar; ev, ev eşyası, giyecek, ulaşım ve yiyecek gibi hayatın güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, II, 64-65). Bu ihtiyaçların karşılanması için, bunların mülkiyetine sahip olma zorunluluğu yoktur. Bu ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan zekat vermek gerekmez (İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, II, 6). Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para, artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde bağlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi halinde, zekatının verilmesi gerekir.
GÜNÜN DUASI
Rabbim! Beni Sana çok şükreden, Seni çok zikreden, Senden çok korkan, Sana itaat eden, Sana saygı gösteren, Sana yönelen ve tövbe eden kimse yap.
(Tirmizi, De’avat, 114; İbnHıbban, Ed’ıye, No: 947; İbn Ebi Şeybe, Dua, 42, No: 29381)