Nedeni bilinemeyen Kronik Myeloid Lösemi (KML) bir çeşit kan kanseri hastalığıdır. Rahatsızlık ülkemizde yaklaşık 8 bin ila 10 bin kişide görülüyor. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları ve Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güray Saydam, 22 Eylül Dünya Kronik Miyeloid Lösemi Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yaptı.
Kronik Miyelositer Lösemi (KML), son yıllarda tedavisindeki gelişmelerle, hedefe yönelik tedaviler ya da “akıllı ilaçlar”ın kullanımıyla gündeme gelmiş bir çeşit kan hastalığıdır. Kronik Myeloid Lösemi, ilk defa 1845 yılında bir vaka sunumu şeklinde tanımlanmış ancak 1960 yılına kadar hakkında çok fazla bir bilgi edinilememiş bir kan kanseridir. Neden oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. Radyasyon ve virüs kaynaklı etkenler en çok suçlanan sebeplerdir. Özellikle, 2.Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atılan atom bombalarından kurtulanlarda KML görülme oranının artmasından dolayı, radyasyon suçlanmaktadır. Günümüzde, cep telefonu ve diğer elektronik cihazlarla bir bağlantısı gösterilememiştir. KML; 9 ve 22. kromozomlar arasında dengeli bir gen yer değiştirmesi sonucu ortaya çıkan Philadelphia (Ph) kromozomunun neden olduğu bir hastalıktır. İlk defa 1960 yılında ABD’de Philadelphia kentinde tanımlandığı için bu ismi almıştır. Teorik olarak tüm vakalarda bulunur. Ancak bu genetik bozukluk, anne veya babadan bebeğe geçen genetik bozukluklardan değildir ve sonradan oluşur.
KML hastalığının en önemli özelliklerinden biri dalak büyümesi
Saydam: “Hiçbir KML hastası bize, ben KML oldum diye gelmez. Bu hastalığın en önemli özelliklerinden biri dalak büyümesidir. Buna bağlı olarak hastalarımızda karın ağrısı, erken doyma, karında şişkinlik hissi gibi şikayetler ortaya çıkabilmekte ve hastalarımız iç hastalıkları uzmanlarına ya da aile hekimlerine başvurabilmektedir. Başvurdukları hekimler tarafından yapılan kan tahlillerinde bozukluklar çıkması üzerine de biz hematoloji uzmanlarına yönlendirilmektedir. Hastalığın, tedavisiz kalma durumunda ilerlediği hallerde, ateş, kemik ağrısı, kilo kaybı gibi şikayetleri olabilmekte ve bu durum aciliyet içermektedir” dedi.
KML bir “ilk”ler hastalığıdır
KML bir “ilk”ler hastalığıdır diyen Prof. Dr. Güray Saydam sözlerini şöyle sürdürdü: “Tıp tarihinde ilk defa bir genetik bozukluğun, yani Ph kromozomunun, bir kansere yani KML’ye yol açtığı gösterilmiştir. Yine tarihte ilk defa kanserde, hedefe yönelik tedavinin, yani imatinibin, bir kanserde, yani KML’de, normale yakın yaşam süresi sağladığı bu hastalıkta gösterilmiştir. Kan kanserlerinde uzun süreli yaşam şansı yüzde 40-50’lerde iken, uygun tedavi ve takiple KML’de bu oran yüzde 95’lere ulaşmaktadır.”
Tedaviler sayesinde KML hastalarının yaşam süreleri uzatıldı
Toplumdaki tüm vakaların sayısı tam bilinmemekle beraber yaklaşık 8 bin ila 10 bin KML hastasının ülkemizde mevcut olduğunu tahmin ediyoruz diye belirten Prof. Dr. Güray Saydam şunları ekledi: “KML hastalığının ortalama görülme yaşı 45-55’dir. Ülkemizde bizim yaptığımız bir çalışmada ortalama yaş 46 olarak bulunmuştur. Kadın ve erkek cinsiyetler eşit etkilenmekle birlikte, erkeklerde biraz daha sıktır. Bu hastalık tedavi edilmediği takdirde hemen tüm hastalar 5-6 yıl içerisinde kaybedilmektedir. Bugün modern tıp uygulamaları ve ilaçlarla vefat oranları yüzde 2-3’lere kadar düşmüştür. Vurgulamakta fayda var; KML bir kanserdir ve her ne kadar günde 1 ya da 2 hapla uzun yıllar yaşamak mümkünse de, az bir hasta grubunda hastalık saldırgan seyredebilmekte ve kök hücre nakli dahil daha ağır tedaviler gündeme gelebilmektedir.”
KML’nin umut ışığı, hedefe yönelik tedaviler
Prof. Dr. Güray Saydam: “Ülkemizde ve tüm dünyada tanı alan bir KML hastası mutlak suretle bir hedefe yönelik ilaçlar ile tedavi edilir. Ülkelerin ruhsat ve geri ödeme koşullarına bağlı olarak bu ilaçlar birinci kuşak veya ikinci kuşak hedefe yönelik tedaviler olabilir. Ülkemizde bu gruptaki ilaçların hemen hemen hepsi erişilebilirdir. Tedavi başlanan hastada, ilk 3 ay boyunca her ay, sonrasında 3 ayda bir düzenli kontrol yapılır ve kan ve ilgili gen takipleri yapılır. İlaç değiştirmek için mevcut tedavinin başarısızlığı ya da hastanın bu tedaviyi tolere edememesi durumlarının varlığı gereklidir. Bu durumların tanımı kılavuzlarda net olarak tanımlanmıştır. Gebelik ve bazı özel durumlar haricinde ilaç kesilmesi şu aşamada tavsiye edilmez” dedi.
KML hastaları tedavilerini yaşam boyu sürdürmeli
Tedaviler sayesinde KML hastalarının neredeyse yüzde 90’ı uzun bir yaşam süresine sahip olmaktadır müjdesini veren Prof. Dr. Güray Saydam, ilaçların hepsinin ağızdan alındığını ve genelde günde bir ya da iki defa kullanıldığının altını çizdi. Ağızdan kullanımları, doğrudan yaşam kalitesini artıran en önemli etkendir diyen Prof. Dr. Saydam, sözlerine şöyle devam etti: “Kanser (KML) tedavisi gören bir hasta, günde bir ya da iki defa ilacını içip normal hayatına devam edebilmektedir. Tabii ki bu ilaçların “sınıf” yan etkileri, örneğin göz çevresinde ödem, kas krampları, bulantı ve ishal gibi, olmakla birlikte, bunların çoğuna zaman içerisinde tolerans gelişmekte ya da bu belirtilere yönelik tedaviye yanıt vermektedirler. Ayrıca her ilacın kendine ait “özel” yan etkileri de vardır ve hematoloji uzmanları bunları yakından takip etmektedir. Dolayısıyla hastalarımız, uzun yıllar boyunca olsa da, düzenli takip ve kontrollerini aksatmamalı ve tedavilerini bırakmamalıdır.”
Pandemide de tedaviye devam edilmeli
Pandemi hepimizin hayatında pek çok şeyi değiştirdi diyen Prof. Dr. Saydam sözlerine şunları ekledi: “Hastalarımız bize ayakta başvurdukları, ağızdan bir ilaçla tedavi edildikleri ve normalde altı ayda bir yenilenmesi gereken heyet raporlarının sürelerinin uzatılması, aynı zamanda ilaçların reçetesiz verilmesi sayesinde virüsle karşılaşabilecekleri ortamlardan uzak kalmayı başardılar. Hastalarımızın tedavi ve takipleri aksamasın diye tele-tıp uygulamaları devreye sokuldu ve belki de en çok KML takibinde başarılı olundu. Biz hastalarımızdan pandemi süresince, COVID-19 olsalar bile kullandıkları ilacı bırakmamalarını rica ettik. COVID-19 geçiren KML hastalarında bize yansıyan ciddi bir sorun olmadı. Hastalarımızın ve yakınlarının, toplumun diğer üyeleri gibi ilaç kullanırken mutlaka aşı olmalarını öneriyoruz. Aşının, hastalık üzerinde olumsuz bir etkisi kesinlikle yoktur. Sağlık Bakanlığımızın önerileri doğrultusunda mutlaka aşı olmalılar” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)