Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Dr. Sümer Öztanrıöver, yüksek intihar oranının, antidepresan kullanımından çok depresyon nedeniyle olduğunu belirterek, "Ölümle sonuçlanmış intiharların yaklaşık yüzde 65-70'i depresyon nedeniyle olmaktadır" dedi.
Öztanrıöver, yaptığı açıklamada, sık sık gerek sosyal medyada gerekse popülist kitaplarda antidepresanlarla ilgili uzman olmayan kişilerce yalan yanlış hükümler ve tavsiyeler verildiğini belirtti. Öztanrıöver, "Bunların kimi antidepresanların bağımlılık yaptığını, kiminin intihara yol açtığını, kiminin de tüm psikiyatrik ilaçların antidepresan adı altında yan etkilerini yazdığı ve bugün kullanılmayan ilaçları, sanki hala kullanılıyormuş gibi gösterdiği izlenmektedir. Bu şekilde verilen yanlış ve eksik bilgiler, halen antidepresan kullanan ve yarar gören bir çok kişiye zarar vermektedir" ifadelerini kullandı.
Öztanrıöver, depresyonun, beyin işlevlerindeki bozulma nedeniyle olup duygu (çöküntü, zevk alamama), düşünce (değersizlik, suçluluk, umutsuzluk), davranış (günlük işlerini yapamama, içe kapanma) ve bedensel işlevlerde (yeme, uyku) bozulmaya yol açan bir beyin hastalığı olduğunu ve genellikle yoğun intihar düşüncelerinin var olduğunu bildirdi.
Ölümle sonuçlanmış intiharların yüzde yüzde 65-70'inin depresyon nedeniyle olduğunu ifade eden Öztanrıöver, şunları kaydetti:
"Yüksek intihar oranı, antidepresan kullanımından çok depresyon nedeniyle olmaktadır. Böyle bir hastaya verilecek antidepresan tedavi ise hayat kurtarıcıdır. Çünkü depresyon, tedavi edilmezse öldürücü olabilen bir beyin hastalığıdır. Ancak antidepresan ilaçların etkisi 3-4 hafta sonra ortaya çıkmaktadır. İlaca başladıktan sonraki ilk 1-3 hafta içinde belirtilerde kısmi kötüleşme, anksiyetede artış ortaya çıkabilir, var olan intihar düşünceleri tetiklenebilir. Bu yüzden depresyon, mutlaka bir psikiyatr tarafından yakın takiple tedavi edilmelidir. Antidepresan ilaçlar bağımlılık yapmazlar. Çünkü bu ilaçlar zaten iyi hisseden birini daha iyi hissettirmez. Tıpta sadece yeşil ve kırmızı reçete ile satılan ilaçlar bağımlılık yapabilen ilaçlardır. Bu tarz ilaçlar, depresyonda yoğun anksiyete ve uykusuzluk belirtileri için tedavinin başında verilir. Sonrasında kademeli olarak bırakılmalıdır. Antidepresan ilaçların bırakılamamasının sebebi ise ilacın bağımlılık yapması değil, hastalığın doğası (Mevsimsel tekrarlayan depresyon, iki uçlu bozukluk, dirençli depresyon) ya da yetersiz tedavi edilmesidir. Eş-dost önerisiyle antidepresan kullanılması ya da kullanılan ilacın bırakılması (ne yazık ki sosyal medyadan da etkilenerek) yetersiz tedaviye yol açar. Bu da depresyonun kronikleşmesine zemin hazırlayabilir. İlaçlar bağımlılık yapmamıştır, hastalık kronikleşmiştir."
"Gebelikte geçirilen depresyonda eğer tedavi edilmezse hem anne hem de bebek zarar görür" diyen Öztanrıöver, "Annede intihar oranı çok yüksektir, bebeğe giden kan akımında azalma, bebeğin zihinsel ve fiziksel gelişiminde gerilik, yenidoğanın yoğun bakım ihtiyacında artış görülür. Bu yüzden gebelikteki depresyon, mutlaka tedavi edilmelidir. Hafif-orta depresyonda psikoterapi yeterli olurken orta-ağır durumlarda ilaç tedavisi; hem anne hem de bebek için hayat kurtarıcıdır" dedi.
Antidepresanlarla ilgili yanlış bir kanının da bu ilaçların beyne zarar verdiği olduğunu vurgulayan Öztanrıöver, şöyle devam etti:
"Oysa yapılan tüm araştırmalar, tedavi edilmeyen ya da yetersiz tedavi edilen depresyonun beyin hücrelerine kalıcı zarar verdiğini göstermektedir. Yaş ilerledikçe bu hasarın arttığı ve bilişsel işlevlerde gerilemeye yol açtığı gösterilmiştir. Antidepresanların ise beyni, depresyonun verdiği bu yıkımdan koruduğu gösterilmiştir. Erken tanı ve etkin tedavi, her hastalıkta olduğu gibi bu hastalıkta da önemlidir. Depresyon bir psikiyatr tarafından ve mutlaka tedavi edilmelidir."