RAHMET VE MAĞFİRET KAPISI: TEVBE
Âdem (a.s.) ve eşi Havva validemiz, cennette bir hata işlemişlerdi. Derhal bu hatalarının farkına vararak pişman oldular. Yüce Rabbimiz, onlara hatadan dönme erdemini, tevbe nimetini lütfetti. Onlar da; “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz” (A’râf, 7/23.) diyerek pişmanlıklarını dile getirdiler, Allah’tan bağışlanma dilediler. Böylece insanlık tevbenin ilk örneğini Hz. Âdem ile eşinden öğrenmiş oldu.
Hepimiz beşeriz. Hayatımız boyunca bize vesvese veren şeytanla ve bizi hatalara sevk etmeye çalışan nefsimizle mücadele ederiz. Bu mücadelede bazen kulluğumuzun gereğini yerine getirir, bazen de savrulmalar yaşar, gaflete ve hataya düşeriz. Hata ettiğimizde ise Allah’tan ümidimizi kesmez ve rahmet kapılarını tevbe anahtarıyla açarız.
Tevbe, Yüce Allah’ın kullarına lütfettiği kurtuluş ve arınma müjdesidir. Kulun Rabbini hatırlaması, aczini dile getirmesi ve Cenâb-ı Hak’tan af ve mağfiret dilemesidir. Merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah’a iltica etmesidir. Tevbe, adeta hayata yeniden başlamamız, tertemiz bir sayfa açmamız için Rabbimizin bizlere bir ikramıdır. Günaha düçar olan mümin için yolunu ve yönünü tayin eden en önemli kılavuzdur.
Allah’ın, affetme ve bağışlama anlamı taşıyan nice isimleri vardır. O, Tevvâb’tır; tevbeleri çokça kabul edendir. Afüvv’dür; engin rahmetine sığınanları affedendir. Gafûr’dur; dileyeni ve dilediğini bağışlayandır. Settâr’dır; hata ve kusurları örtendir.
Cenâb-ı Hak, kendisine yönelen ve samimiyetle tevbe edenleri asla boş çevirmez. Gönülden kendisine teslim olanları asla mahcup etmez. Merhametiyle kullarına lütufta bulunur. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Ancak tevbe edip de iman eden ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Furkân, 25/70.)
Tevbenin özü samimiyetle ve ihlasla yapılan bir yakarıştır. Yüce Rabbimiz “Ey iman edenler! Allah'a içtenlikle tevbe edin” (Tahrîm, 66/8.) buyurmaktadır.
Tevbenin özü ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz pişmanlıktır. Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir hadislerinde “Günahtan pişmanlık duymak, tevbedir” (İbn Hanbel, I, 423.) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
Tevbenin özü hata ve günahlarımızın bir an önce farkına varıp Yüce Allah’a yönelmektir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah katında makbul tevbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(Nisâ, 4/17. )
Tevbenin özü bir daha günahlara dönmeme, heva ve hevesin esiri olmama azmidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) tevbeyi “Bir daha dönmemek üzere günahı terk etmek” (İbn Hanbel, I, 446.) olarak nitelemiştir.
Tevbe kapısı ardına kadar açıktır. Son nefesimize kadar da açık kalacaktır. Öyleyse bize düşen, Allah’ın rahmet deryasından nasibimizi aramaktır. Samimiyetle, pişmanlıkla, kararlılıkla O’nun merhamet ve keremine sığınmaktır. Gündelik hayatın karmaşası içinde bitap düşen gönüllerimizi ve zihinlerimizi tevbeyle arındırmaktır.
Bugünkü yazımızı Peygamberimizin seyyidü’l-istiğfar duasıyla bitirmek istiyorum:
“Allahım! Sensin benim Rabbim, senden başka ilâh yok. Beni yarattın ben de senin kulunum. Ben gücüm yettiğince sana verdiğim sözün ve senin vaadin üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini itiraf ediyorum. Ve günahımı da itiraf ediyorum. Beni, günahlarımı bağışla çünkü günahları senden başka affedecek hiç kimse yoktur.” (Tirmizî, Deavât, 15.)
Hz. Ömer (r.a.), “Müslüman Oluşu Fetih, Hicreti Zafer, Yöneticiliği Rahmet”
Mekke’de zorlu geçen günlerdi. Allah Resûlü peygamberlikle görevlendirildiği ve bunu insanlara tebliğ etmeye başladığından beri bu şehirde yaşamak daha da güçleşmişti. Müşrikler alaycı tavır, hakaret ve saldırılarının şiddetini gün geçtikçe arttırıyor, özellikle de Müslüman olan köle ve cariyelere dayanılmaz işkencelerde bulunuyorlardı. Türlü teklifler sundukları halde Muhammedü'l-Emîn’i peygamberlik davasından vazgeçirememenin acısını çıkarmaya çalışıyorlardı adeta. Bu şartlar altında Müslümanım diyebilmek cesaret istiyordu. Resûlullah’ın en yakınındakiler sevgili eşi Hatice ve kızları, amcasının oğlu Ali, azatlı kölesi Zeyd ve yakın dostu Ebû Bekir’in ardından onlarca Mekkeli İslam’ı kabul etmiş, gizlice toplandıkları Erkâm b. Ebü’l-Erkâm’ın evinde tebliğ faaliyetlerine destek oluyorlardı. Hz. Peygamber bütün engellemelere rağmen her yaştan, her kesimden insanın kendisine iman ettiğini gördükçe umudunu yitirmiyordu. Amcası Hamza da artık Müslüman olmuştu. Bununla birlikte Rabbinden niyazı Kureyş’in ileri gelenlerinden Ömer b. Hattâb ve Ebû Cehil’den birinin hidayeti ile İslam’ı daha da güçlendirmesiydi. (Tirmizî, Menâkıb, 17)
Peygamberliğin altıncı yılı bir gün kılıcını kuşanıp Hz. Peygamber’i öldürmek üzere Erkâm’ın evine giden Ömer b. Hattâb, Allah Resûlü’nün duasından nasibini almış ve o evden İslam’la şereflenerek geri çıkmıştı. Müşriklerin baskılarının tüm şiddetiyle hissedildiği o günlerde Müslümanları bundan daha fazla sevindirecek bir olay olamazdı. Cahiliye inancı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı sert mizaçlı Ömer, bâtılı terk ettiğini ve artık haktan yana olduğunu müşrikler karşısında açıkça dile getirmekten asla çekinmedi. Doğru bildiğinden şaşmayan Ömer’i bu yoldan geri çevirmeye müşriklerden kim cesaret edebilirdi!
Yıllar sonra Hz. Ömer’in Müslüman oluşunu fetih, hicretini zafer ve yöneticiliğini rahmet olarak nitelendiren Abdullah b. Mes’ûd, o güne dek namaz kılamadıkları Kâbe’de ancak Hz.
Ömer Müslüman olduktan sonra namaz kılabildiklerini ifade etmiştir. (İbn Sa’d, Tabakât, III, 204)
Hz. Ömer, Resûlullah’ın sadık dostu Hz. Ebû Bekir’den sonra en yakın ikinci arkadaşı, önemli kararlar alacağı zaman istişarede bulunduğu, ilmine güvendiği kıymetli şahsiyetlerden biri oldu. Hz. Peygamber’in vefatına kadar gerek canıyla gerek malıyla hiç tereddüt etmeden ona destek oldu. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Huneyn’de Allah Resûlü ile birlikte düşmanla korkusuzca çarpıştı. Katıldığı seriyyeler dışında onun yanından hiç ayrılmadı. Resûlullah’ı sevindiren her şey onu da sevindiriyordu. Resûlullah’ın üzülmesine ve ona saygısızlıkta bulunulmasına ise hiç tahammül edemiyordu. Yeri geldiğinde müminlerin annesi olma şerefine nail olan kızı Hafsa’yı bile Hz. Peygamber’i incitmemesi gerektiği hususunda ikaz etmişti. (Buhârî, Mezâlim, 25)
Allah Resûlü ile Hz. Ömer’in son derece içten ve mütevazı bir dostlukları vardı. Bir gün umreye gitmek için kendisinden izin istemeye gelen Hz. Ömer’e Resûlullah “Kardeşim, duana bizi de ortak et ve bizi unutma!” (Tirmizî, Deavât, 109) dedi. O gün Hz. Peygamber’in kendisine “kardeşim” diye hitap etmesi kadar değerli başka hiçbir şey olamazdı Hz. Ömer için. Memnuniyetini “Bu söz, bana, üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha sevimlidir.” sözleriyle dile getirdi. (İbn Hanbel, I, 30) Başka bir defasında ise Hz. Ömer elinden tutmakta olan Hz. Peygamber’e “Yâ Resûlallah! Seni canımdan başka her şeyden daha çok seviyorum.”dedi. Hz. Peygamber, “Canımı elinde bulundurana yemin ederim ki beni canından da çok sevmedikçe olmaz!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Vallahi, şu andan itibaren seni canımdan daha çok seviyorum!” dedi. Hz. Ömer’in cevabı üzerine Resûlullah, “İşte şimdi oldu ey Ömer.” buyurdu. (Buhârî, Eymân, 3)
Bu dünyadaki her güzel şey gibi Allah Resûlü ile Hz. Ömer’in imrenilecek dostlukları hiç beklemediği bir anda Peygamber’in vefatıyla sona erdi. Onun yokluğu karşısında sarsılan Hz. Ömer’i ancak Hz. Ebû Bekir teskin edebildi. (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5) Hz. Ömer zor da olsa onsuz geçen on iki yılda Resûlullah’ın öğretilerine sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalıştı. Gerek Hz. Ebû Bekir’in halifeliği zamanında yürüttüğü kadılık görevinde gerek kendi halifeliği esnasındaki icraatlarıyla adaleti titizlikle ayakta tutmak için çaba gösterdi. Tarihe ismi “âdil” sıfatıyla kazınan Hz. Ömer’in ölmeden önce tek arzusu vardı. Resûlullah’ın ve Hz. Ebû Bekir’in yanı başına gömülmek istiyordu. Bunun için kendisinden izin istenen Hz. Âişe, Hz. Ömer’in arzusunu seve seve yerine getirdi ve âdil halife çok sevdiği iki dostunun yanında defnedildi. (Buhârî, Cenâiz, 96)
“Diyanet Aylık Dergi 2013”
AYET-İ KERİME MEALİ
“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” Bakara2/183.
HADİS-İ ŞERİF MEALİ
Ramazan ayı geldiğinde cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur. (Buhârî, Savm 5; Müslim, Sıyâm 1-5.)
İLMİHAL SORUSU VE CEVABI
Hz. Peygamber (s.a.v.) Ramazan ayını nasıl değerlendirirdi?
Ramazan’da en önemli ibadet, şüphesiz oruçtur. Akıllı olan ve ergenlik çağına ulaşan her Müslümana farz olan ramazan orucunu Hz. Peygamber (s.a.s.) de tutmuş ve “Her kim, faziletine inanarak ve mükafatını umarak ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhari, Savm, 6); “Her kim, faziletine inanarak ve mükafatını umarak ramazan ayını ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, İman, 27) buyurmuşlardır. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.), ramazanı ibadetle ihya etmiş, geceleri bazen cemaatle bazen kendi başına Teravih namazı kılmıştır. Gecelerinde ev halkını da uyandırarak yoğun bir şekilde ibadet ettiği nakledilmektedir (Buhari, Leyletü’l-Kadr, 5).
GÜNÜN DUASI
“Allah’ım! Bizi bağışla, bize merhamet eyle,(ibadetlerimizi, hayır ve hasenatımızı, dualarımızı) kabul eyle, bizi cennete koy, bizi cehennemden azat eyle, bütün işlerimizi ıslah eyle.” (İbn Ebi Şeybe, Dua, 135, No: 29342)