Eskişehir'in Sarıcakaya ilçesinde yaşayan Fehmi Uslu, yüzyıllar boyu özellikle akarsu kıyılarında tarım alanlarının sulanması için kurulan ve büyük rağbet gören su dolaplarının son yapım ustaları arasına yer alırken, bu kültürün yok olmaması için mücadele veriyor.
Yunus Emre'nin şiirlerine de yansıyan su dolabı yapımını genç yaşlarında öğrenen 60 yaşındaki Fehmi Uslu, Sarıcakaya Belediyesi'nden emekli olduktan sonra da bu yöndeki çalışmalarını sürdürüyor. İlçe Kaymakamlığı önünde Sarıcakaya'nın önemli bir kültür varlığı olarak bir örneği duran su dolabının yanı sıra birçoğunu da yapan Uslu, bu sanatın devamı için de büyük çaba gösteriyor.
Fehmi Uslu, suyu alt seviyeden, üst seviyeye taşıyan bir sistem olan mesleğinin, Orta Sakarya vadisinde yıllarca tarım arazilerini sulamaya yarayan bir kültür varlığı olduğunu anlattı. Sulama sisteminin tarih boyunca değişip geliştiğini belirten Fehmi Uslu, "Önceden nehir kıyalarında yüzlercesi görülen dolap sistemi vardı. Su dolapları sayesinde sulanıyordu. Ondan sonra su motorları çıktı. Daha sonra kanalet sistemi devreye girdi. Kanaletlerle sulanmaya başladı. Daha sonra da şimdi kapalı sisteme dönüştü sulama sistemi. Ayrıca kişiler kendi ekonomik özgürlüklerini kazandıkları için özel sulama motorları kullanmaya başladı. Elektrikli, düğmeye bastığım an istediğim saat kendi bahçemi sulayabiliyorum. Kişisel, kişilerin kendilerine ait elektrikli su motorlarına sahip oldular" diye anlattı.
"Günümüzde asıl amacı dışında bir süs ve stres atma aracı olarak görülüyor"
Su dolabının özel ağaçlardan ve çok sayıda parçanın bir araya gelmesi ile oluştuğunu belirten Uslu, malzemesini hazırlamanın en az 10 günü aldığını belirtti. Malzeme hazır olduktan sonra 2-3 günde monte edildiğini söyleyen su dolabı ustası Fehmi Uslu, "Bu sistemin ayrı ayrı her parçasının adı var. Maalesef bu isimler, kültürümüzden yok olup gitti. Bu dolaplar günümüzde asıl amacı dışında bir süs ve stres atma aracı olarak görülüyor. Orijinali nehre monte edilir bu. Nehirde döndüğü zaman onun çıkarmış olduğu iniltili ses her yerden duyulabilir. Ayrıca her dolabın çıkarmış olduğu ses ayrıdır. O çıkan sesten hangi dolabın kime ait olduğunu vatandaşlarımız önceden bilirlerdi. Mesela "Nehir çoğaldı, Ahmet ağabeyin dolabı dönüyor" denirdi. Genellikle orta milin çam olmasına özellikle dikkat edilir. Çünkü çamın ortasındaki o çıralı bölüm ağacın ağaca sürtmesiyle birlikte o sesi çıkarmasından dolayı çam ağacından yapılır orta mil. Parmak dediğimiz o sopalar da yine çam ağacından yapılır. Tahtalarda çam ağacıdır. Etrafını saran çember yine çam ağacından yapılır. Özellikle ahşapta çam ağacı kullanılır. En büyük zaman, dolabı oluşturacak malzemelerin oluşturulmasında harcanıyor. Malzemeler hazır olduktan sonra 2-3 gün gibi kısa sürede nehir üzerine montajı yapılıyor dolabın" dedi.
"En son usta benim diyebilirim"
Bildiği kadarı ile halen bu tip orijinal dolap yapan usta artık kalmadığını anlatan Uslu, şunları söyledi;
"En son usta benim diye bilirim. Komşumuz vardı rahmetli Hacı dayı minyatürünü bana öğretti. O minyatüründen esinlenerek ben normal nehir üzerinde dönen aslına uygun büyük şeklini de yaptım. Orta milin parmak geçecek yerlerinin delinmesi ayrı bir hesaplamadır. Çember kısmının delinme olayı yine ayrı bir hesaplamadır. Matematiksel bir hesaplamadır. Bir dairenin çapı ile 3,14 ile çarptığımız zaman yeni bir parmağın kaç metrede isabetli bir şekilde dağılacağını şekilde hesap ederiz."
"Su dolabı terimleri de kültürümüzden yok oldu gitti"
Fehmi Uslu, en büyük arzu ve amacının Yunus Emre'nin de dizelerine yansıyan dolabın belgesel çekimini yapmak olduğunu anlattı. "Dolap niçin inilersin/Derdim vardır inilerim/Ben Mevla'ya âşık oldum-Anın için inilerim/Benim adım dertli dolap/Suyum akar yalap yalap/Böyle emreylemiş Çalap" dizelerini hatırlatarak, "Tek tek parçaların montajını anlata anlata onu kültürümüze kazandırmak istiyorum diyen Uslu "Zira otuza yakın bizim kullandığımız lügat kelimeler şu anda kültürümüzden yok olup gitti. Mesela baş kazığı denir, bir çember, bip çivisi, fal çivisi bunların her bir özelliği her bir anlamı vardır. İsmini hatırlayamadığım İstanbul Üniversitesinde araştırmacı bir kişi telefon etti. "Sen dolap ustasıymışsın, Baş Kazığı kelimesinin ne anlama geldiğini bana söyler misin şeklinde ifade kullandı. Ben baştan anlatamadım. Ne maksatla olduğunu anlayamadım. Yarım saat sonra yine aynı kişi arayınca dedim ki "Efendim baş kazığı kalın olur, yükü ağır olur, yükü göğüsleyen, çeken" demektir deyince "Tamam tamam Fehmi bey, Baş Kazığının ne olduğunu anladım şimdi. "Asıl tokmağı baş kazığı yer" diye bir söz var. Yani sorumluluk alan, sorumluluk istenen yükü göğüsleyen anlamında. Çok iyi oldu Fehmi bey" dedi. Araştırmacı "Ben, bu terim altına Eskişehir Sarıcakaya ilçesi dolap ustası Fehmi Ulu tarafından kaynağı alınmıştır şeklinde" yazacağım dedi. Şu anda internete girin. Baş Kazığının sözlük anlamını şahsım tarafından ifade edildiğini görebilirsiniz. Bu deyimin de tarifini de yapmış olduk" diye konuştu.
İHA