Tarihçi Yazar Talha Uğurluel ve Cansu Canan Özgen son kitapları Selçuklunun Şifreleri'nin ilk tanıtımı ve imza gününü Uşak'ta gerçekleştirdi.
Atatürk Kültür Merkezi insan sağanağına maruz kalırken sahnede bile seyirci alındı. Konferansta konuşun ikili kitapta Türk tarihinin en tartışmalı en çok merak edilen ve izaha muhtaç konularına açıklık getirmek istediklerini söyledi.
Kitaba özellikle Türklerin Müslüman olmalarıyla başladıklarını söyleyen Uğurluel: "Sonra Selçuklular, Tuğrul Beye, Çağrı Beye, Alparslan'a, Sultan Melik Şah'a ve Büyük Selçuklunun Anadolu'daki bir takım izlerine ulaşmaya çalıştık. Bu kitap Selçuklu serisini ilk çalışması oldu. En büyük arzumuz o çok merak ettiğimiz Selçukluyu eserleri ve hatıralarıyla sizleri buluşturmak." dedi.
Osmanlı'nın Şifreleri kitabıyla aslında bu kitabın temellerini attıklarını söyleyen Özgen: "Ben bir televizyon sunucusuyum. Bunu her yerde vurguluyorum, hiç bir zaman bir tarihçi olduğum iddiasında olmadım. Doktoramı yaparım tarih üzerinde yüksek lisansımı yaparım o konuda da çok iddialı olurum ama sunuculukta iddialıyım. Biz tarihimizdeki doğru bilinen yanlışları yada bir takım eksiklikleri gidermemiz lazım. Bizim kitaplarımız okuyanlar yakından takip eden insanlar görürler ki tarih bize öğretildiği gibi değilmiş. Osmanlı çalışması bir takım iddialar nedeniyle başladı. Daha sonra biz dedik ki Selçuklu da biziz, Osmanlı da biziz, Türkiye Cumhuriyeti de biziz yani bugün devletimiz, milletimiz üzerinde oynanan oyunları anlayabilmemiz için bizim tarihimizi çok iyi bilmemiz gerekiyor. Osmanlıyla başladık Selçukluya gitmek zorundaydık. Çünkü 1000 yıllık Türk tarihinden Selçukluyu çıkarırsanız geriye koskoca bir boşluk kalıyor." ifadelerini kullandı.
Türk tarihinin çok yanlış ve eksik anlatıldığını söyleyen Uğurluel konuyla ilgili olarak şunları söyledi:" Biliyorsunuz bize çocukluğumuzdan beri anlatılan bazı hikayeler var. Ben çocukluğumda mesela Tommiks Teksas, Amerika kökenli bir takım hayali kahramanları okurken bizden bir tane karakter biliyorum, Karaoğlan vardı. O da babası Baybora beraber her akşam bir yerlerde oluyorlardı, gündüz at sırtında oluyorlardı. Ben okuduğum yüzlerce Karaoğlan mecmuasında hiç namaz kılan bir Karaoğlan görmedim yada ağzından Allah lafzı çıkan birini görmedim. Halbuki Konan bile kavga ederken Mitra adına diyordu, Kron adına diyordu. Bunlar orta doğunun meşhur putları, tanrılarıymış. Onlar bile kendilerine ait mevzuları sokuştururken bize ait değerlerin bizim karakterlerimizin dilinde dudağında olmaması bu bizi üzüyordu."
Birde beni Hacivat ve Karagöz diye bir filim vardı hatırlarsanız o çok üzdü. O filim Osmanlıda Orhan Gazi dönemini anlatıyordu ama hani daha Türklerin Anadoluya yeni geldiği dönemler. Şöyle bir anlayış var, Orta Asya'dan Anadolu'ya biz nasıl geldik, at sırtında geldik doğrumu doğru, göçebe bir toplumduk tamam, ama işi sonunda nereye getiriyorlar biliyor musunuz? Cahil cühele, yağma yapan, Anadolu'ya ganimet toplamak için gelen, din konusunda son derece sığ, bu tarz yaşantıları hedefleri olmayan insanlar gibi gösterdiler. Halbuki gördük ki daha 1015 yılında Çağrı bey zamanın çok büyük bir veli zatı Hasan Harakani ile Anadolu'yu yoklamaya geliyorlar, nihayetinde orada Hıristiyan Gürcülerle savaşırken şehit düşüyor."
Kitapta Türklerin nasıl Müslüman olduklarını açıklık getirmek istediklerini belirten Özgen:" Bize madem Türklerin tarihini yazıyorsunuz Türk demek Oğuz demek neden oğuzlardan başlamıyorsunuz diyorlar. Biz en tartışmalı meselelerden başlamak istedik. En çok merak edilen, en çok izah edilmeye açıklanmaya muhtaç kelimelerden başlamak istedik. Türklerin nasıl Müslüman oldu meselesi de çok tartışılan bir mesele. Çeşitli iddialar var. Ticaret için Araplarla bir araya geldiler, tamamen duygusaldı Müslüman olma sebepleri diyenler var. Kılıç zoruyla Türkler Müslüman oldu diyenler var ama Talha beyin açıklamaları çok çok farklı." şeklinde konuştu.
Türklerin Müslümanlığı kabul sürecini araştırdığında gördüklerine çok şaşırdığını söyleyen Uğurluel konuşmasına şu şeklide devam etti:" Mesela Kur'an-ı Kerim'den sonra İslamın ana kaynakları dediğimiz zaman hepimizin kullandığı bir takım eserler vardır, işte İmam Buhari Hazretleri - Sahih-i Buhari, İmam-ı Maturidi Hazretleri, Ebu Davud'un Süneni, baktığınız zaman İmam-ı Tirmizi bunları duyduğumuzda açık konuşayım yakın zamana kadar Arap alimi sanıyordum. Sonra o coğrafyaları gezerken gördüm ki hepsi Türk'müş, Türk asıllı. İnsan bir şaşırıyor, Peygamber Efendimiz (S.A.V) "in hadislerinin toplanacağı yer Mekke ve Medine olması gerekmiyor mu? Neden hadisler Buhara" da toplanmış. Özbekistan, Türkmenistan coğrafyasında bu insanlar yaşamış, bunları görünce insan şaşırıyor. Arap dünyasını biliyorsunuz, Türkiye'de benim kadar o coğrafyayı gezen insan herhalde azdır, bir Yemen"de bir Mısır'da, ırkçılık babında konuşmuyorum lütfen yanlış anlaşılmasın mesela Mısırlılar kadar güzel Kur'an-ı Kerim'i kim okur? O kadar uzun namazı kim kılar? Ama bizim buram buram ihlas ve samimiyet kokan Anadolu'muz kadar.. Peygamberimizin sünnetine de bağlı olan bir milletiz. İnancımıza en mesafeli olan bile Kur'an alıp yere bırakmaz yukarılarda koyacak bir yer arar. Kıbleye karşı neden ayak uzatmıyoruz? Bu hassasiyetler neden bizde var, neden başkalarında yok. İnsanın aklına şu bile geliyor, onlara ayrı bize ayrı vahiy mi indi diye. Halbuki Kur'an-ı Kerim birdir tekdir, İslamiyet tekdir fakat bu yorumlama farkı nedir dediğimizde Cansu hanımın bana sorduğu sorunun cevabı çıkıyor karşımıza. Yıllar evvel eski bir kaynakta okuduğum bir cümle vardı, bizler yani Türkler İslamiyet'i anne göğsünden bebeğin süt emmesi gibi direk ve katkısız almış bir toplumuz. Osmanlıca bir kaynaktı o gün okuduğumda anlamamıştım, katkısız direk kim almıştır diye düşündüm, Mekke ve Medine'deki Ensar ve Muhacir almıştır, taa Orta Asya'daki Gazneliler'i Karahanlılar'ı kuracak adam nasıl alabilir? Derken sorunun cevabı çıktı ortaya, Emevi zulmü."
İHA