Teknoloji Bağımlılığı ve Sosyal Medya Ahlakı

Teknoloji Bağımlılığı ve Sosyal Medya Ahlakı

Köylerim'de Ramazan 24. Gün. Ramazan' ın 24. gününde Teknoloji bağımlılığı ve sosyal medya ahlakı konusuna göz atıp, Sıdk kavramı hakkında bilgi verir misiniz? sorusuna cevap arıyoruz.

TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI VE SOSYAL MEDYA AHLAKI

Yüce dinimiz İslam’ın ana gayesi, yeryüzünün en şerefli varlığı olarak yaratılan insanın can, mal, akıl, ırz ve inancını korumaktır. İslam, bu beş temel değeri dokunulmaz kabul eder. Hangi sebeple olursa olsun bu değerlerin zarar görmesine rıza göstermez. Hayatın bütünü için geçerli olan bu durum teknolojiyi kullanırken de, internet ve sanal âlemde gezinirken de aynıdır.  

Teknolojiyi dinin güzel saydığı, ahlakın onayladığı ve akl-ı selimin doğru bulduğu şekilde kullanmak mümince bir duruşun gereğidir. Bu alanı amaçsız, verimsiz ve kontrolsüz bir mecra olarak görmek ise İslam’ın korunmasını emrettiği beş temel değeri ihlal etme anlamı taşır. Zira teknolojinin bilinçsiz kullanımı, kişinin sağlığını tehdit ederek canına, maddi kayba uğramasına neden olarak malına zarar vermektedir. Gayr-i ahlâkî yönelimlerle iffetini, aşırı ve sapkın ideolojilerle inancını zedelemektedir. Düşünme ve idrak etme kabiliyetini bozmakta, akli melekelerini zayıflatmaktadır.

Allah’ın verdiği aklı ve hammaddeyi kullanarak teknoloji üreten insan, bunu iyilik yolunda kullanmakla sorumludur. Eğer teknolojiyi kullanarak helal kazancın yerine kumara, tasarrufun yerine israfa, iffetin yerine ahlaksızlığa, merhametin yerine şiddete yöneliyorsa, büyük bir yanlışın içerisindedir. Kendi eliyle fesadı yaygınlaştırıyor, geleceğini tehlikeye atıyor demektir. Diğer yandan telefon, televizyon ya da bilgisayar ekranının önünde vaktini heba ediyorsa, kendisine, ailesine ve Rabbine karşı vebal altına girmektedir. Maalesef aynı çatı altında ama birbirinden habersiz yaşayan ailelerin sayısı her geçen gün artıyor. İnsanoğluna zaman kazandırması gereken teknoloji, günümüzde zaman kaybetmenin ve vakit öldürmenin en aldatıcı tuzağı haline geldi. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu hususta bizleri şöyle uyarmaktadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikâk, 1.)
Hepimizin hayatında yerini alan internet ve sosyal medya, başıboş, ilkesiz ve sorumsuz bir alan olmamalıdır. Müslümana yakışan daima sorumluluk bilinciyle hareket etmek, Rabbinin koyduğu sınırlara uymaktır. Her durumda gerçeğin ve doğrunun yanında yer almaktır. Unutmayalım ki normal hayatta olduğu gibi internet ve sosyal medyada da insanların haklarını ve özel hayatlarını ihlal etmek haramdır. Mahremiyete saygı göstermeyen her adım Kur’ân’ın, “Birbirinizin kusurlarını ve mahremini araştırmayın.” (Hucurât, 49/12.)  emri ile çelişir. Günlük hayatta yalan söylemek, insanları karalamak, iftira atmak nasıl günahsa, yayın dünyasında ve sosyal medyada da aynı şekilde günahtır. Âlemlerin rabbi olan Allah, sanal âlemde de bizleri görmektedir. Oradaki söz ve davranışlarımızdan da bizi hesaba çekecektir.  Bir ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsrâ, 17/36)  

Bugün bizler için teknolojiden tamamen uzak bir hayat sürmek elbette mümkün değildir. Zaten İslam’ın da böyle bir talebi yoktur. Ancak teknolojiyi helal-haram hassasiyeti taşıyarak, ahlaki ilkeleri koruyarak, insan hak ve özgürlüklerini ihlal etmeden kullanmak öncelikli sorumluluğumuzdur. Böylece vaktimizi daha verimli ve emeğimizi daha anlamlı hale getirebiliriz. Yeryüzünü iyilikten ve huzurdan yana imar edebiliriz. Yeter ki her nimet gibi teknolojiyi de Cenâb-ı Hakk’ın koyduğu ölçü ve sınırlara riayet ederek kullanalım.

Resûlullah’ın Hizmetkârı:  Enes b. Mâlik (r.a.)

Resûlullah’ın huzuruna çıktığında henüz on yaşındaydı. Okuma yazma bilen, zeki ve yetenekli bir çocuktu. Annesi Ümmü Süleym oğlunun, Medine’ye henüz hicret eden Hz. Peygamber’e hizmet etmesini ve onun terbiyesiyle yetişmesini çok arzuluyordu. “Ya Resûlallah! Enes hizmetçindir. Onun için Allah’a dua et.” diyerek oğlunu Nebî’nin hizmetine vermek istediğini bildirdi. Bütün samimiyetleriyle kendisine kucak açan bu şehrin insanlarından gelen her teklif Allah Resûlü’nün nezdinde değerliydi. Geri çevirmedi Ümmü Süleym’i. Oğlu Enes’i yanına almayı kabul etti ve küçük hizmetkârı için şöyle dua etti: “Allah’ım, (bu yavruya) bolca mal ve evlât nasip et. Verdiklerini de kendisi için bereketli eyle.” (Buhârî, Deavât, 47; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 142)

Hz. Peygamber’i tanıdığı gün, küçük Enes’in hayatının en güzel on yılının başlangıcı oldu. İnsanların en güzeli, en cömerdi, en cesuru (Buhârî, Edeb, 39) ve ailesine karşı en şefkatlisi olan Allah’ın sevgili elçisinin (İbn Sa’d, Tabakât, I, 136) yanında bulunmak ve ona hizmet etmek ne büyük şerefti. Çocuk dostu Peygamber’in “yavrucuğum” diye hitap ettiği Enes’in (Ebû Dâvûd, Edeb, 65; Tirmizî, Edeb, 62) yerinde olmak isteyen kaç Medineli çocuk daha vardı kim bilir? Kendisine hizmet ettiği on sene boyunca Resûlullah Enes’e bir kez olsun “öf” bile dememiş, yaptığı herhangi bir işten dolayı onu, “Niçin böyle yaptın?”, “Şöyle yapsaydın ya!” diye azarlamamıştı. (Müslim, Fedâil, 51; Buhârî, Edeb, 39) Hatta bir defasında Hz. Peygamber kendisini bir işe göndereceğinde ona karşı koymak istemediği halde “Allah’a yemin olsun ki gitmem.” demiş fakat hatasını anlar anlamaz yola koyulmuştu. Derken yolda oynayan arkadaşlarına rastladı ve onlarla oyuna daldı. Arkadaşlarıyla gülüp eğlenirken zamanın nasıl geçtiğini anlamak imkânsızdı. Ansızın saçlarına dokunan elin sıcaklığıyla irkildi. Dönüp arkasına baktığında Allah Resûlü’nün gülümseyen çehresiyle karşılaştı. Utanmıştı Enes. Resûlullah ses tonunda hiçbir kızgınlık belirtisi olmadan “Enescik, sana emrettiğim yere git haydi!” dedi. O da, “Peki Yâ Resûlallah, hemen gidiyorum.” dedi. (Müslim, Fedâil, 54; Ebû Dâvûd, Edeb, 1)

Hz. Peygamber vefat ettiğinde yirmi yaşında bir delikanlı olan Enes, geçen on yıl süresince ondan çok şey öğrenmişti. Allah Resûlü’nün yanı başında geçen bu zaman dilimi ömrünün en güzel ve verimli çağını teşkil ediyordu. Zira Nebî’nin ahlâkı, günlük yaşantısı ve ibadet hayatıyla ilgili birçok ayrıntıya vâkıf olmuştu. Çok sevdiği Resûlullah’ın kendisine öğrettiklerini, bir baba şefkatiyle ettiği nasihatleri, onun yaşantısına ve ahlakına dair gözlemlediklerini başkalarıyla paylaşma isteği sayesinde Enes b. Mâlik en çok hadis rivayet eden üçüncü sahabi oldu.

Allah Resûlü’ne layık bir ümmet olabilmek, onunla dünyadaki birlikteliğini âhirette de sürdürebilmek Enes b. Mâlik’in en büyük arzusuydu. Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber’in “O halde sen sevdiğinle berabersin.” sözünden daha fazla hiçbir şeye sevinmemişti. Zira kıyametin ne zaman kopacağını sormak üzere kendisine gelen bir adama “Sen kıyamet için ne hazırladın?” buyuran Resûlullah sorusuna karşılık “Allah ve Resûlü’nün sevgisini” cevabını alınca “O halde sen sevdiğinle berabersin.” müjdesini vermişti. Enes b. Mâlik de Allah’ı ve Resûlü’nü, Hz. Ebû Bekir’i ve Hz. Ömer’i çok seviyordu. Onların amelleri gibi amel edemediyse de onlarla birlikte olmayı umuyordu. (Müslim, Birr, 163)

Hz. Peygamber’in duasıyla ömrü bereketlenen Enes b. Mâlik, onun vefatından sonra daha uzun yıllar yaşadı. Ancak Resûlullah’ın gelişiyle birlikte her yeri aydınlanan Medine, vefat ettiği gün karanlıklara gömülmüştü genç sahabi Enes’in nezdinde. (Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn Mâce, Cenâiz, 65) Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Basra’ya yerleşerek ömrünün büyük kısmını orada geçirdi. Basralı Müslümanlar aldığı peygamber terbiyesi ve ilmi nedeniyle takdir ettikleri ve varlığından mutluluk duydukları bu değerli sahabinin engin hadis kültüründen uzun yıllar faydalandılar. Hicrî 93 yılında 103 yaşında vefat eden “Hâdimü’nNebî/ Peygamber’in Hizmetkârı” Enes b. Mâlik, Basra’da vefat eden sahabilerin sonuncusu oldu.

Diyanet Aylık Dergi 2013

AYET-İ KERİME MEALİ

“Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.”
İbrahim 14/24.

HADİS-İ ŞERİF MEALİ

“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında  çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.”
Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105.

İLMÎHAL SORUSU VE CEVABI

Sıdk kavramı hakkında bilgi verir misiniz?

Yalan söylemenin zıddı olan sıdk kavramı sözlükte; doğru sözlü olmak, gerçeği söylemek, doğru haber vermek, sözünü yerine getirmek, öğüt ve sevgide samimi, iş ve işlemlerinde dürüst ve güvenilir olmak, hükmün vakıaya uygun olması anlamlarına gelir. Sıdk kelimesinin Arap dilindeki asıl anlamı, güç, sert, katılık ve şiddettir. Doğru sözlülüğe sıdk denmesi, yalanın zafiyeti karşısında doğruluğun güçlü olması sebebiyledir. Sıdk kavramı Arap dilinde övgü ifadesi olarak kullanılmıştır. Bir şey sıdk kavramına izafe edilince o şey övülen bir şeydir. Din ıstılahında sıdk, kişinin inancında, amelinde, niyetinde, söz, fiil ve davranışlarında samimi ve dürüst olmasına, hile ve hud’ası (aldatma) bulunmamasına denir. Peygamber (a.s.), “sıdk”ı, nefsin yapılanlardan huzur ve sükûn duyması, şüphe içerisinde olmaması (tuma’nîne) (Ahmed, I, 200) ve birr (iyilik, hayır, güzel ameller) olarak tarif etmiştir. (Müslim, Birr, 104; Ahmed, I/393). “Sıdk”, kişinin davranışlarında şaibe, inancında şüphe, amellerinde kusur ve eksiklik olmaması şeklinde de tanımlanmıştır.(Din Kavramlar Sözlüğü)

GÜNÜN DUASI

“Allah’ım! Lütfundan bize rızık ver, bizi rızkından mahrum etme, bize verdiğin rızıkları bizim için bereketli yap, katında bulunan nimetlere rağbetimizi artır ve bizi gönül zengini eyle.”      (İbn Ebî Şeybe, Dua, 42, No: 29388)

 

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.