Varlığın ilahi mayası Merhamet, Hâne-i Saâdetin Unutulmaz Hanımefendisi: Hz. Hatice (r.a.)

Varlığın ilahi mayası Merhamet, Hâne-i Saâdetin Unutulmaz Hanımefendisi: Hz. Hatice (r.a.)

Köylerim'de Ramazan 5. Gün. Ramazan' ın 5. gününde Varlığın ilahi mayası Merhamet konusuna göz atıp, İmsak ne demektir, ne zaman başlar? Sabah ezanı okunmaya başladığında zaman yeme içmeye kısa bir süre devam edile bilir mi? sorusuna cevap arıyoruz.

VARLIĞIN İLAHİ MAYASI MERHAMET

Sevgili Peygamberimizin kızı Hz. Zeynep’in çocuğu ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Hz. Zeynep, Resûl-i Ekrem’e ‘Oğlum ölmek üzere, bize kadar gelir misin?’ diye haber gönderdi. Resûlullah bir grup sahabiyle birlikte kızının evine gitti. Kucağına aldığı torununun can çekişmekte olduğunu gören rahmet Peygamberinin gözlerinden yaş akmaya başladı. Orada bulunan sahâbilerden biri, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bu gözyaşı nedir?’ diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem’in mübarek dudaklarından şu sözler dökülüverdi: “Bu gözyaşı, Allah’ın dilediği kullarının kalplerine yerleştirdiği bir rahmettir. Allah kullarından sadece merhametli olanlara rahmet eder.” (Bûhârî, Merdâ, 9.)
Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Yaratılan her canlıya karşı duyarlı olmaktır. Evlât sevgisi, ana babaya saygı, yaşlılara, yoksullara, hastalara, yetimlere, kimsesizlere yardım etme, hatta bitki ve hayvanlara karşı şefkatli olma gibi erdemlerin hepsi merhamet duygusunun bir tezahürüdür. Allah Teâlâ’nın Rahman isminin tecellisi olan merhamet, varlığın ilahi mayasıdır. Maddi ve manevi hastalıkların en etkili ilacı, yürekleri işgal eden türlü sıkıntıların çaresi merhamette saklıdır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), cahiliye toplumunu merhametle tanıştıran, merhameti hayatın her alanında yaşanılır kılan en muhteşem örnektir. O, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe, 9/128.) Allah’ın rahmetiyle etrafındakilere daima yumuşak davranmıştır. (Âl-i İmrân, 3/159.) Güzel sözlerle onların gönlünü almıştır. Kimseyi incitmemiştir. Cezalandırırken bile insafı ve adaleti elden bırakmayarak asla zulmetmemiştir. Müminlerin de birbirlerine sevgi, şefkat ve merhametle muamele etmelerini tavsiye etmiştir.
Bugün insanlık, şefkat ve merhamete, vicdan ve hakkaniyete her zamankinden daha fazla muhtaçtır. Dünyanın bambaşka köşelerinde sayısız masum insan merhametsizliğin kıskacında kıvranmakta, zulüm ve şiddete maruz kalmaktadır. Bu vicdansızlık ve insafsızlıktan sadece insanlar değil, diğer bütün canlılar ve geleceğimiz de zarar görmektedir. Hâlbuki Allah Resûlü (s.a.s), bütün varlıklara merhametle davranmayı emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Merhamet edene Rahman olan Allah da merhamet eder. Siz yerdeki bütün mahlûkata merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58.)

Soralım şimdi.. Nedir Merhamet?

Merhamet, anne babamızı yalnızlığa terk etmemek, onlara şefkat kanatlarımızı germektir. Eşimize karşı anlayışlı ve güler yüzlü olmak, gönül alıcı bir çift söz söylemektir. Çocuklarımıza karşı affedici, hoşgörülü ve adil davranmaktır.
Merhamet, bir yetimin, bir öksüzün başını şefkatle okşamaktır. Yolda kalmışa, dara düşene yardımcı olmaktır. Aç ve açıkta olan bir yoksulla lokmamızı paylaşmaktır.
Merhamet, kâinattaki dengeyi bozmamaktır. Kıyametin kopacağı bilinse dahi bir fidanı toprakla buluşturmaktır. Şu kış gününde aç ve susuz kalan hayvanlara bir kap yiyecek, bir tas su vermektir. Nihayetinde merhamet, bütün canlılar için dünyayı güvenilir bir yer kılmaktır.

Allah’ın yarattığı her bir varlığı, O’nun bir emaneti, kâinat ailesinin kıymetli bir ferdi olarak görelim. Merhametsizliği şefkat ve rahmete çevirelim. Asrın vicdanına merhameti yeniden aşılayalım.

Bugünkü yazımızı Beled süresindeki şu ayet-i kerimelerin mealiyle bitirmek istiyorum: “O sarp yol nedir, bilir misin? Köle azât etmektir. Veya bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç ve açıkta kalan bir yoksulu doyurmaktır. Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti öğütleyenlerden olmaktır.” (Beled, 90/12-17.)

Hâne-i Saâdetin Unutulmaz Hanımefendisi: Hz. Hatice (r.a.)

556 yılında, Kureyş Kabilesi’nin önde gelen isimlerinden Huveylid’in kızı olarak Mekke’de dünyaya gelmiş, iki evlilik tecrübesi geçirmiş, dul bir kadındı Hatice. Hak hukuk kavramlarının tanınmadığı, insanlık değerlerinin hiçe sayıldığı, güç ve itibarın yegâne değer olduğu “Cahiliye” karanlığında “Tâhira” lakabıyla anılan tertemiz bir insandı o. Kadın olmanın en zor olduğu, kız çocuğu sahibi olmanın bile aşağılanma sebebi sayıldığı bir dönemde seçkin ve başarılı bir hanım tüccar olarak toplumdaki saygın yerini almıştı. Ayrıca soylu, güzel ve oldukça zengindi. Bu nedenle kabilesinin ileri gelenlerinden evlilik teklifleri alıyor, ama hiçbirini kabul etmiyordu. Zira evlenmek için uygun kişiye rastlamamıştı, ta ki nesiller öncesinde soyları birleşen Muhammed’i (s.a.v.) tanıyana kadar.

Hatice, ticarî işlerini güvendiği kişilerle ortaklık yaparak devam ettiriyordu. Tavsiye üzerine ahlâkının güzelliği ve güvenilir oluşuyla tanınan Muhammed (s.a.v.) ile anlaşma yaptı ve onu kendi mallarıyla ticaret yapmak üzere Şam’a gönderdi. Dönüşünde onun yaptığı kârlı ticaretten memnun kalan Hatice, dürüstlüğüne de hayran olmuştu. Kendisini daha yakından tanıyabilmek için yolculuk süresince hizmetine verdiği Meysere’ye danıştı. Neticede Muhammed’in (s.a.v.) söz ve fiilleriyle, hâl ve hareketleriyle üstün meziyetlere sahip bir insan olduğuna kanaat getirdi. Bütün bu özelliklerinden dolayı ona evlenme teklifinde bulundu ve bu teklifi kabul gördü. Böylece tam da Yüce Allah’ın “…Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır.” (Nûr, 24/26) sözleriyle belirttiği üzere Mekke’nin “Tâhira” isimli en seçkin hanımefendisi, kendisi gibi Cahiliye döneminde yaygın tüm kötülüklerden uzak olan, iffeti, hakkaniyeti ve güvenilirliğiyle “Muhammedü’l-Emîn” adıyla şöhret bulan Muhammed (s.a.v.) ile hayatını birleştirdi.

Evlendiklerinde Hatice kırk, Muhammed (s.a.v.) ise yirmi beş yaşlarındaydı. Safâ ile Merve Tepeleri arasında bulunan Hatice’nin evi, sevgi ve saygı temelli, huzurlu, sımsıcak bir yuvanın adresi olmuştu. Bu güzel yuvada altı çocuk dünyaya geldi. Doğan ilk çocuğa Kâsım ismini verdiklerinden Muhammed (s.a.v.) de “Ebü’l-Kâsım” künyesiyle anılmaya başlamıştı. Ne yazık ki Kâsım henüz iki yaşını doldurmadan vefat etti. Daha sonra Zeyneb, Rukiye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma şenlendirdi yuvalarını. Allah Resûlü’nün peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra dünyaya gelen, Tâhir ve Tayyîb isimleriyle de anılan Abdullah da çok fazla yaşamamıştı.

Evlilikleri boyunca Hatice, Muhammed’in (s.a.v.) hep yanında oldu. Ona inanıyor, güveniyor, güzel huylarını takdir ediyor ve onu gerçekten seviyordu. Ramazan aylarını Hira’da inzivaya çekilerek tefekkürle geçirmeye başladığında dahi onunla yakından ilgilendi. Yanına alması için yemeğini hazırlıyor, dönüşü biraz olsun gecikirse onun güvende olduğundan emin olmak için hizmetkârlarını gönderiyordu. Onun bu hâli Muhammed’e (s.a.v.) güven veriyordu. Bu yüzden, ilk vahiy tecrübesini yaşayıp Allah’ın Elçisi olma şerefine erdiğinde bu inanılmaz hadiseyi anlatmak üzere derhal biricik eşinin yanına koşmuştu. Cebrail ile ilk kez karşılaşmanın verdiği heyecan ve korkuyu onunla paylaşmış, onun sözleriyle sükûnet bulmuştu. Zira bu yaşadıklarına bir anlam veremeyerek “Kendimden endişe ettim.” diyen Allah Resûlü’ne Hz. Hatice’nin cevabı şöyleydi: “Öyle deme; Allah’a yemin ederim ki, Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabanla ilgilenirsin, işini görmekten aciz olanların yükünü yüklenirsin, yoksula kazanç kapısı sağlarsın, misafiri ağırlarsın, başa gelen her türlü musibette yardım edersin.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) Yaşamının en zor anlarında eşinin dudaklarından dökülen bu sözler Allah Resûlü için oldukça manidardı. Hz. Hatice bununla da yetinmeyerek Resûlullah’ı, Hristiyanlık dinini benimsemiş olan amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdü. Başından geçenleri dinledikten sonra Hz. Peygamber’e, bütün peygamberlere gelen vahiy meleğinin gelmiş olduğunu haber veren Varaka’nın bu sözleri de kendilerini bir hayli rahatlatmıştı.

Allah Resûlü’nün bu ilk vahiy tecrübesini paylaşan Hz. Hatice, onun getirdiği dine de ilk inanan kimseydi. Hz. Peygamber’in hayatının en zor zamanlarını yaşadığı Mekke döneminde onun en büyük desteği olmuştu. Resûlullah’ın Safâ Tepesi’nde yakın akrabalarını açıkça İslâm dinine davet etmeye başladığı günden beri başına gelmeyen kalmamıştı. Öz amcası Ebû Leheb bile ona inanmamış, türlü hakaretleri kendisine reva görmüştü. Şahsına yapılan hakaretlerin, eziyetlerin yanında bir de kendisine tabi olanlara yapılan işkencelere şahit olmak ve bütün Müslümanların Ebû Tâlib mahallesinde toplanıp hayattan tecrit edildikleri ambargo yılları… Bütün bu sıkıntılı dönemlerde Hz. Peygamber’in en büyük yardımcısıydı Hz. Hatice. Manevi desteği bir yana bütün servetini de onun ve ona inananların yolunda harcamıştı. Fakat ne yazık ki Müslümanların refaha erdiğini göremeden, hicretten üç yıl evvel, Ramazan ayının onuncu günü vefat etti ve Mekke’nin Hacûn Kabristanı’na defnedildi.

“Diyanet Aylık Dergi 2013”

AYET-İ KERİME  MEALİ

“Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur'an'ı ağır ağır, tane tane oku.”Müzzemmil 73/1-4.

HADİS-İ ŞERİF MEALİ

Bir kimse geceleyin ailesini de uyandırarak beraberce iki rekât namaz kılsalar, Allah katında “Allah’ı çok zikreden erkek ve çok zikreden hanım” olarak yazılırlar.(EbûDâvûd, Tatavvu 18)

İLMİHAL SORUSU VE CEVABI

İmsak ne demektir, ne zaman başlar? Sabah ezanı okunmaya başladığında zaman yeme içmeye kısa bir süre devam edile bilir mi?

Sözlükte “kendini tutmak, engellemek, el çekme, geri durma” anlamlarına gelen imsak, dini bir kavram olarak, fecr-i sadıktan, iftar vaktine kadar yemeden, içmeden, cinsi münasebetten ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İmsakin zıttı iftardır.   Halk arasında ise “imsak” oruç tutmaya başlanan fecr-i sadığın oluştuğu vakit anlamında kullanılır. Bu manada imsak, oruca başlama vakti demektir.  Takvimlerde gösterilen “imsak”, oruca başlama vakti olan fecr-i sadığın başlama vaktini ifade eder. İmsak vakti aynı zamanda gecenin sona erdiği, yatsı namazı vaktinin çıkıp sabah namazı vaktinin girdi vakittir. Ramazan ayında Ezan da imsak vaktinin başlaması ile okunmaktadır. Bu sebeple ezanın başlaması ile yemeği içmeyi terk etmek gerekir.

GÜNÜN DUASI

“Allah’ım! Senden iman içinde sağlık, güzel ahlâk içinde iman, peşinden rahmet, âfiyet, mağfiret ve rıza gelen bir kurtuluş istiyorum.” (Hakim, De’avat, No: 1919)

 

Etiketler :

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.